“Triggers – Marshall Goldsmith” Bülteni

“Triggers – Marshall Goldsmith” Bülteni

Değerli Step Up Kitap Kulübü üyemiz merhaba, 

Kitap Kulübümüz bünyesinde incelediğimiz kitaplarımız hakkındaki görüş ve değerlendirmelerimizi paylaştığımız bültenimizin on ikinci sayısını sizlere sunuyoruz. 22 Ekim 2025 günü online olarak gerçekleştirdiğimiz kitap kulübü toplantısına 42 kitap dostumuz katıldı.  Bu toplantımızda Marshall Goldsmith’in Triggers – Değişim Çarkı adlı kitabını tartıştık. Açılışımız moderatör M. İlker Aksoy tarafından yapıldı.

Aksoy, davranış değişiminin yalnızca bireysel gelişimin değil, koçluk süreçlerinde de dönüşümün kalbinde yer aldığını vurguladı. İnsan davranışlarını yönlendiren tetikleyicilerin artık bilinçli niyetin ötesinde, çevresel ve duygusal unsurlarla şekillendiğine dikkat çekti. Marshall Goldsmith’in ortaya koyduğu Değişim Çarkı yaklaşımının; koçlukta danışanın farkındalığını artırmasını, kendi yönünü bulmasını ve kalıcı davranış değişikliği yaşamasını sağlayacak güçlü bir çerçeve sunduğunu belirterek oturumu başlattı.

  1. Yakın Dönemdeki Gelişmelerin Değerlendirilmesi:

Sonbaharın içe döndüren, odağı derinleştiren bu döneminde, yazın getirdiği hareketliliğin koçlukta eyleme dönüşmesini önemsiyoruz. Sezonun bu ritmine paralel olarak, Step Up Hızlandıran Koçluk Platformu’nun beş yıllık birikimiyle şekillenen 11. Dönem Step Up Eş Koçluk Projesi’ni 2 Ekim itibarıyla başlattık ve çalışmalarımız tüm hızıyla devam ediyor. Bu dönemi, koçlarımızın birbirini güçlendirdiği bir öğrenme alanına dönüştürmek adına başlangıç workshop’larıyla destekledik. Farklı koçluk ekollerinden gelen üyelerimizin hizalanmasını ve yeni başlayan arkadaşlarımızın sağlam bir temel kazanmasını hedefledik.

Bu ayın bir diğer buluşması ise 17 Ekim’de gerçekleştirdiğimiz House of Human Best Sharing Point Koçluk Buluşması oldu. Yüz yüze temasın getirdiği yüksek enerji, sektörün deneyimli isimleriyle koçlarımızı buluşturdu; öğrenme, paylaşım ve ilham dolu etkinliğimizde, topluluğumuzun bağları daha da güçlendi. Bu buluşmanın bıraktığı etki, hem Eş koçluk programımıza hem de kitap kulübü toplantımıza motivasyon olarak yansıdı.

Önümüzdeki süreçte, 11. Dönem Eş Koçluk Projesine webinar serileri ve koçluk araçları odaklı atölyeler eşlik edecek. Özenle gerçekleştirdiğimiz etkinliklerimizde sizleri aramızda görmekten mutlu olacağız.

      2. Kitap Kulübümüzün Amacı

  • Birbirimizden öğrenmek,  
  • Aynı kitabı farklı gözle değerlendirmek, 
  • Etkili koçlar ve mentorlardan oluşan bir network oluşturmak,  
  • ICF Temel Yetkinlikleri güncellenen 2.2. Maddesinde yer alan “Bir koç olarak sürekli öğrenme ve gelişimini devam ettirir, güncel koçluk en iyi uygulamalarının ve teknolojinin kullanımının farkında olmayı da içerir” ilkesini gerçekleştirmektir. 
  1. Kitap Özeti:

Step Up Proje Yöneticimiz Okan Çilingiroğlu tarafından yapılan kitap özetini paylaşıyoruz:

MARSHALL GOLDSMITH – TRIGGERS: DAVRANIŞSAL DEĞİŞİMİN ANATOMİSİ VE KALICI ETKİ YARATMAK

 

NEDEN OLMAK İSTEDİĞİMİZ KİŞİ OLAMIYORUZ?

Profesyonel yaşamımızda ve özel hayatımızda kendimize sık sık şu soruyu sorarız: “Neyi yapmam gerektiğini biliyorum, planlıyorum, istiyorum; peki neden yapamıyorum?” Marshall Goldsmith, Triggers adlı eserinde işte bu temel paradoksu, yani yetişkinlerde davranış değişikliğinin neden bu denli zor olduğunu ve bu zorluğun üstesinden gelmek için nasıl bir zihinsel ve yapısal mimariye ihtiyaç duyduğumuzu ele alıyor.

Kitabın temel tezi, çevremizin (environment) düşündüğümüzden çok daha güçlü ve çoğu zaman düşmanca bir tetikleyici mekanizma olduğu gerçeğine dayanır. Bizler, çevremizi kontrol ettiğimizi sanan, ancak aslında çevresi tarafından sürekli şekillendirilen varlıklarız. Goldsmith, bu illüzyonu kırmak ve bizi “olmak istediğimiz kişiye” dönüştürecek pratik, uygulanabilir ve bilimsel temelli araçlar sunmak için yola çıkıyor.

Bu analizde, kitabın sunduğu temel argümanları, metodolojileri ve vaka analizlerini derinlemesine inceleyecek; “Planlayıcı” (Planner) ve “Eylemci” (Doer) arasındaki çatışmayı, aktif soruların gücünü ve yapının (structure) bizi tükenmişlikten (depletion) nasıl koruduğunu detaylandıracağız. Hedefimiz sadece kitabı özetlemek değil, Goldsmith’in koçluk felsefesinin zihinsel kodlarını çözmektir.

 

BÖLÜM 1: DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİĞİNİN DEĞİŞMEZ GERÇEKLERİ VE İNANÇ TETİKLEYİCİLERİ

Davranış değişikliği, entelektüel bir anlama süreci değil, irade ve disiplin gerektiren eylemsel bir süreçtir. Goldsmith, kitabın başında iki temel ve değişmez gerçeği yüzümüze çarpar:

  1. Anlamlı davranış değişikliği yapmak çok zordur.
  2. Kişi gerçekten istemedikçe, kimse onu değiştiremez.

Bu gerçekler basit görünse de uygulamada karşımıza çıkan direnç muazzamdır. Çoğumuz, değişimi başlatmak için “anlamanın” yeterli olduğunu sanırız. Ancak Goldsmith’in de belirttiği gibi, “Bilmek ile yapmak arasında devasa bir fark vardır.” Eğer sadece bilmek yeterli olsaydı, tıp fakültesi mezunlarının hiçbiri sigara içmez, beslenme uzmanlarının hiçbiri obezite sorunu yaşamazdı.

İnanç Tetikleyicileri: Bizi Sabote Eden İç Sesler

Değişimin önündeki en büyük engel, genellikle dış dünyadan değil, kendi içsel inançlarımızdan kaynaklanır. Goldsmith, bizi değişmekten alıkoyan ve kendimizi kandırmamıza neden olan “İnanç Tetikleyicileri”ni (Belief Triggers) tanımlar. Bu inançlar, başarısızlığı daha gerçekleşmeden rasyonalize etmemize yarar. İşte en tehlikeli olanları:

  • “Eğer anlarsam, yaparım.” Bu, entelektüel kibrimizin bir ürünüdür. Bir şeyi teorik olarak kavramak, onu hayata geçirebileceğimiz anlamına gelmez. Kaos anında teorik bilgi değil, alışkanlıklar devreye girer.
  • “İradem güçlüdür, boyun eğmem.” Çevrenin gücünü küçümsemek, en büyük hatamızdır. İrade sınırlı bir kaynaktır. Çevresel tetikleyiciler (örneğin masada duran bir kurabiye veya kışkırtıcı bir e-posta) irademizi zamanla aşındırır.
  • “Bugün özel bir gün.” Kendimize verdiğimiz en yaygın izinlerden biridir. Doğum günü, maç günü, stresli bir gün… Zihnimiz, disiplini bozmak için her günü “özel” ilan etme yeteneğine sahiptir. Oysa kalıcı değişim, istisnaları yönetebilmekten geçer.
  • “En azından X kişisinden daha iyiyim.” Kendimizi en kötü örneklerle kıyaslayarak davranışlarımızı meşrulaştırmak, gelişimin önündeki en büyük tuzaktır. Bu, bizi vasatlığa mahkûm eder.
  • “Yardıma ve yapıya ihtiyacım olmamalı.” Özellikle üst düzey yöneticilerde gördüğümüz bu inanç, yapı ve düzenin “zayıflık” göstergesi olduğu yanılgısına dayanır. Oysa en başarılı cerrahlar bile kontrol listelerine (checklist) ihtiyaç duyar.

Bu inançlar, davranış değişikliği sürecini daha başlamadan sabote eder. Goldsmith, bu içsel direnç noktalarını fark etmenin, değişimin ilk adımı olduğunu vurgular.

 

BÖLÜM 2: ÇEVRE – GİZLİ DÜŞMAN VE TETİKLEYİCİ MEKANİZMA

Goldsmith’in metodolojisinin merkezinde “Çevre” (Environment) kavramı yer alır. Çevre sadece fiziksel mekân değil; içinde bulunduğumuz durum, insanlar, zaman dilimi ve o anki koşulların tamamıdır.

Bizler, çevremizle uyum içinde olduğumuzu düşünürüz. Ancak Goldsmith’e göre çevre, bizi sürekli olarak olduğumuzdan farklı davranmaya iten bir “tetikleyici mekanizma”dır. Bir toplantı odasında, trafikte, evde veya bir kokteyl partisinde tamamen farklı kişiliklere bürünebiliriz.

  • Tetikleyici Nedir? Davranışımızı etkileyen herhangi bir uyaran.
  • Döngü: Tetikleyici -> Dürtü -> Farkındalık -> Seçim -> Davranış

Çoğu insan, “Tetikleyici”den doğrudan “Davranış”a geçer. Aradaki “Farkındalık” ve “Seçim” aşamalarını atlar. Örneğin, trafikte biri önümüze kırdığında (Tetikleyici), anında öfkelenip kornaya basarız (Davranış). Oysa Goldsmith, liderliğin ve olgunluğun, bu aradaki milisaniyelik boşlukta gizli olduğunu savunur. O boşlukta durup, “Bu duruma nasıl tepki vermek istiyorum?” sorusunu sorabilmek, bizi çevrenin kurbanı olmaktan kurtarır.

Geri Bildirim Döngüleri (Feedback Loops)

Çevreyi yönetmenin en etkili yollarından biri, geri bildirim döngülerini anlamaktır. Bu döngü dört aşamadan oluşur:

  1. Kanıt (Evidence): Verinin toplanması.
  2. İlgi (Relevance): Verinin kişi için önemi.
  3. Sonuç (Consequence): Eylemin veya eylemsizliğin bedeli.
  4. Eylem (Action): Davranış değişikliği.

Goldsmith, hız sınırı tabelalarını örnek verir. Sadece “Hız Sınırı 50” tabelası çoğu zaman işe yaramaz. Ancak, hızınızı ölçüp size anlık olarak gösteren dijital tabelalar (Radar Speed Displays), anında davranış değişikliği yaratır. Çünkü size o anki performansınızla ilgili “kanıt” sunar ve sizi “eyleme” zorlar. Kendi hayatımızda da bu tür anlık geri bildirim mekanizmaları kurmak zorundayız.

 

BÖLÜM 3: PLANLAYICI VE EYLEMCİ PARADOKSU

Neden sabah aldığımız kararları akşam uygulayamıyoruz? Goldsmith, bu durumu içimizdeki iki farklı persona ile açıklar: Planlayıcı (Planner) ve Eylemci (Doer).

  • Planlayıcı: Sabah uyanan, rasyonel, geleceği düşünen, iyimser ve stratejik taraftır. “Bugün sağlıklı besleneceğim,” “Toplantıda sinirlenmeyeceğim,” der.
  • Eylemci: Günün ilerleyen saatlerinde, yorgun, stresli, anlık hazlara odaklı ve çevresel baskılar altında ezilen taraftır. Önüne gelen tatlıyı yer, toplantıda sinirlenir.

Sorun şudur: Planlayıcı, Eylemci’nin karşılaşacağı zorlukları (tükenmişlik, stres, beklenmedik krizler) hesaba katmaz. Eylemci ise Planlayıcı’nın vizyonunu umursamaz, sadece o anı kurtarmaya çalışır.

Başarılı bir davranış değişikliği için, Planlayıcı’nın Eylemci’ye sadece bir hedef değil, bir “yapı” (structure) ve “strateji” sunması gerekir. Liderlikte “Durumsal Liderlik” (Situational Leadership) ne ise, kişisel gelişimde de bu dualiteyi yönetmek odur. Her an kendimizin lideri ve takipçisiyiz.

 

BÖLÜM 4: AKTİF SORULARIN BÜYÜSÜ VE “ELİMDEN GELENİ YAPTIM MI?”

Kitabın belki de en devrimci ve en çok alıntılanan bölümü burasıdır. Goldsmith, çalışan bağlılığı ve kişisel gelişim anketlerinde kullanılan “Pasif Sorular”ın (Passive Questions), sorumluluğu dışsallaştırdığını fark eder.

Örneğin:

  • Pasif Soru: “Bugün mutlu muydun?”
    • Bu soru, mutluluğu çevresel faktörlere bağlar. “Hayır, çünkü trafik vardı, patronum kızgındı.”
  • Aktif Soru: “Bugün mutlu olmak için elinden geleni yaptın mı?” (Did I do my best to be happy?)
    • Bu soru, sorumluluğu kişiye yükler. Trafik olsa bile, mutlu olmak için çaba harcadın mı?

Goldsmith, kızı Kelly Goldsmith ile yaptığı araştırmalarda, aktif soruların davranış değişikliğini tetiklemede pasif sorulardan katbekat daha etkili olduğunu kanıtlamıştır. “Elinden geleni yaptın mı?” kalıbı, bizi mazeret üretmekten alıkoyar ve çabaya (effort) odaklar. Sonuçları her zaman kontrol edemeyiz, ama çabamızı her zaman kontrol edebiliriz.

Altı Bağlılık Sorusu (The Engaging Questions)

Goldsmith, her gün kendine sorması gereken 6 temel aktif soruyu önerir:

  1. Bugün net hedefler koymak için elimden geleni yaptım mı?
  2. Bugün hedeflerime doğru ilerlemek için elimden geleni yaptım mı?
  3. Bugün işime anlam kazandırmak için elimden geleni yaptım mı?
  4. Bugün mutlu olmak için elimden geleni yaptım mı?
  5. Bugün iyi ilişkiler kurmak için elimden geleni yaptım mı?
  6. Bugün işime tam olarak katılım göstermek için elimden geleni yaptım mı?

Bu sorular, kişinin hayatındaki kontrolü geri almasını sağlar. Özellikle “mutluluk” ve “anlam” gibi kavramların dışarıdan gelmesini beklemek yerine, bunları yaratma sorumluluğunu bireye yükler.

 

BÖLÜM 5: GÜNLÜK SORULAR – BİR YAŞAM DİSİPLİNİ

Goldsmith, sadece teori üretmez, kendi hayatında uyguladığı pratiği de paylaşır. Yıllardır, her gece bir asistanı tarafından aranır ve kendisine özel hazırladığı “Günlük Sorular” listesini puanlar.

Bu süreç neden önemlidir?

  1. Taahhüt: Her gün birine (veya bir sisteme) hesap vereceğini bilmek, gün içindeki davranışları disipline eder.
  2. Farkındalık: Neyi ölçerseniz, onu yönetirsiniz. İlişkilerinize, sağlığınıza veya projelerinize verdiğiniz önemi puanlamak, nerede aksadığınızı gösterir.
  3. Skor Tutma: İnsanlar oyunlaştırmayı sever. Günlük performansınızı 1-10 arası puanlamak, gelişimi somutlaştırır.

Goldsmith’in listesinde 20’den fazla soru vardır ve bunlar zamanla değişir. Örneğin, “Eşime güzel bir şey söyledim mi?” sorusu, ilişkileri canlı tutmak için basit ama güçlü bir hatırlatıcıdır. Bu yöntem, “Eylemci”nin (Doer) yorgun düştüğü anlarda bile bir “Koç” (Coach) gibi devreye girer.

Bir okuyucu veya danışan olarak sizin de kendi listenizi oluşturmanız elzemdir. Liste statik değildir; hedeflerinize göre evrilmelidir. Ancak temel kural değişmez: Sorular “Aktif” olmalı ve her gün sorulmalıdır.

 

BÖLÜM 6: YAPI VE TÜKENMİŞLİK (STRUCTURE AND DEPLETION)

İrademiz bir kas gibidir ve gün boyu kullandıkça yorulur. Psikolojide buna “Ego Tükenmesi” (Ego Depletion) denir. Sabah saatlerinde irademiz güçlüdür, kararlarımız sağlıklıdır. Ancak günün sonunda, karar yorgunluğu ve tükenmişlik baş gösterir. İşte bu noktada “Yapı” (Structure) devreye girmelidir.

Yapı, disiplinin ikamesidir. Eğer sağlam bir yapınız varsa, disipline ihtiyacınız kalmaz. Alan Mulally’nin Ford CEO’su iken uyguladığı “İş Planı Gözden Geçirme” (BPR) toplantıları buna mükemmel bir örnektir. Mulally, her Perşembe aynı saatte, aynı formatta, aynı kurallarla toplantı yaparak kaotik bir ortamda (Ford’un kriz dönemi) muazzam bir düzen ve güven yaratmıştır.

Bizler de kişisel hayatımızda yapıya ihtiyaç duyarız.

  • Hazırlık (Forecasting): Zorlu ortamları önceden tahmin etmek.
  • Kaçınma (Avoidance): İrademizi zorlayacak ortamşardan uzak durmak.
  • Ayarlama (Adjustment): Mecbur kaldığımızda davranışımızı duruma göre modifiye etmek.

Özellikle yorgun olduğumuz veya stres altında olduğumuz anlarda (akşam eve dönüş, zorlu bir toplantı sonu), en kötü davranışlarımızı sergileme eğilimindeyizdir. Goldsmith buna “En çok yardıma ihtiyaç duyduğumuzda, en az yardımı alırız” paradoksu der. Yapı (örneğin Saatlik Sorular sormak veya önceden belirlenmiş kurallar), bu anlarda bizi koruyan bir emniyet kemeridir.

 

BÖLÜM 7: ŞBPGG (AIWATT) – TEPKİ VERMEDEN ÖNCEKİ SON DURAK

Goldsmith, modern insanın en büyük problemlerinden birinin “her şeye bir yorum yapma”, “her hatayı düzeltme” ve “her tartışmayı kazanma” arzusu olduğunu belirtir. Bu, özellikle zeki ve başarılı insanlarda (Goldsmith’in ana müşteri kitlesi) sık görülür. Peter Drucker’ın dediği gibi: “Dünyadaki kararların yarısı, senin beğenmediğin insanlar tarafından verilecek. Bununla barış.”

Bu dürtüyü kontrol etmek için Goldsmith, ŞBPGG kısaltmasını önerir:

Şu anda, bu konuda pozitif bir fark yaratmak için, gereken yatırımı yapmaya gönüllü müyüm? (Am I Willing At This Time to make the investment required to make a positive difference on this topic?)

Bu soru, dürtü ile davranış arasına giren mükemmel bir filtredir.

  • Eşinizle gereksiz bir tartışmaya girmek üzeresiniz -> ŞBPGG? Hayır, olumlu bir fark yaratmayacak. Susun.
  • Trafikte biri hata yaptı -> ŞBPGG? Hayır, diğer sürücüyü eğitemezsiniz. Boşverin.
  • Toplantıda birisi gramer hatası yaptı -> ŞBPGG? Hayır, düzeltmek sadece egonuzu tatmin eder, karşıdakini utandırır.

Bu soru, bizi “Boş Tekne” (Empty Boat) Budist öğretisine götürür. Eğer nehirde giderken boş bir tekne size çarparsa, ona kızmazsınız. Çünkü içinde kimse yoktur. Ancak içinde biri varsa öfkelenirsiniz. Goldsmith, bizi kızdıran insanların çoğunun aslında “boş tekne” olduğunu, onların davranışlarının bize yönelik kişisel bir saldırı değil, kendi karakterlerinin bir yansıması olduğunu hatırlatır.

 

BÖLÜM 8: DEĞİŞİM ÇARKI (THE WHEEL OF CHANGE)

Değişim sadece “yeni bir şey yapmak” değildir. Goldsmith, değişimi dört ana kadranda inceler:

  1. Yaratmak (Creating): Gelecekte olmasını istediğimiz, şu an olmayan pozitif davranışları eklemek. (Örn: Yeni bir dil öğrenmek, daha fazla dinlemek). Bu en heyecan verici kısımdır ama en zorudur.
  2. Muhafaza Etmek (Preserving): Zaten iyi yaptığımız ve gelecekte de sürdürmek istediğimiz davranışlar. Başarılı insanlar genellikle burayı atlar, “her şeyi değiştirmeliyim” sanrısına kapılır. Oysa neyi kaybetmememiz gerektiğini bilmek çok değerlidir.
  3. Elemek (Eliminating): Bize zarar veren negatif davranışları bırakmak. (Örn: Yargılayıcı konuşmayı bırakmak, sigarayı bırakmak). Bu, en hızlı fayda sağlayan kısımdır.
  4. Kabul Etmek (Accepting): Değiştiremeyeceğimiz negatif durumları kabul etmek. (Örn: Trafik, geçmiş hatalar, başkalarının kişilikleri). Burası huzurun kaynağıdır.

Goldsmith, bir koçluk sürecine başlarken danışanlarına bu çarkı çizdirir. “Neyi yaratacağız, neyi koruyacağız, neyi yok edeceğiz ve neyi kabulleneceğiz?” Bu stratejik netlik, enerjimizi doğru yere kanalize etmemizi sağlar.

 

BÖLÜM 9: “YETERİNCE İYİ”NİN TEHLİKESİ VE ÇEMBERİ TAMAMLAMAK

Kitabın son bölümlerinde Goldsmith, “Yeterince İyi” (Good Enough) tuzağına dikkat çeker. Profesyonel hayatımızda mükemmeliyetçi olabiliriz, ancak eve geldiğimizde “amatör” davranmaya başlarız. Eşimize, çocuklarımıza veya arkadaşlarımıza karşı davranışlarımızda “Bu kadar yeter” diyerek standartlarımızı düşürürüz. Oysa ilişkiler, amatörlüğü kaldırmaz. İş yerinde gösterdiğimiz profesyonelliği ve özeni, özel hayatımızda da göstermek zorundayız.

Bağlılık Çemberi (Circle of Engagement)

İdeal olan, çevremizle karşılıklı bir etkileşim içinde olduğumuz durumdur.

Tetikleyici -> Olumlu Dürtü ->Farkındalık -> Doğru Seçim -> Davranış

Bu döngü, başkalarında da olumlu bir tetikleyici yaratır. Örneğin, eşiniz size “Sadece konuşacak birine ihtiyacım var” dediğinde (Tetikleyici), ona akıl vermek yerine (Dürtü), durup (Farkındalık), sadece dinlemeyi seçerseniz (Davranış), bu onda “Anlaşıldım ve seviliyorum” hissi yaratır. Bu da size karşı daha sevgi dolu olmasını tetikler. Böylece pozitif bir döngü başlar.

 

SONUÇ: PİŞMANLIKSIZ BİR YAŞAM

Kitap, aslında tek bir nihai amaca hizmet eder: Pişmanlığı azaltmak.

Marshall Goldsmith, “Triggers” ile bize sadece bir yönetim kitabı değil, bir yaşam felsefesi sunmaktadır. Bize söylediği şudur: Çevre, bizi olduğumuzdan daha küçük, daha öfkeli, daha sabırsız biri yapmaya çalışabilir. Ancak aradaki o boşlukta “tetikleyici ile davranış arasında” bizim özgürlüğümüz yatar.

Okan Çilingiroğlu olarak bu kitaptan çıkarımım şudur:

Liderlik veya kişisel gelişim, bir varış noktası değil, bitmeyen bir süreçtir. Mükemmel olamayacağız. Bazen planlarımızı uygulayamayacağız. Ancak her akşam kendimize “Bugün elimden geleni yaptım mı?” sorusunu dürüstçe sorabilirsek ve “Evet” cevabını verebilirsek, bu yeterlidir.

Goldsmith’in de dediği gibi: “Kader, elimize dağıtılan kartlardır. Seçim ise o kartları nasıl oynadığımızdır.”

Siz okuyuculara hazırladığım bu özet, kitabın sunduğu zengin içeriğin, vaka analizlerinin ve Goldsmith’in samimi anlatımının bir sentezidir. Ancak asıl mesele okumak değil, uygulamaktır. Bugün kendinize şu soruyu sorarak başlayın: “Şu anda, olmak istediğim kişi olmak için elimden geleni yapıyor muyum?”

 

 

  1. Katılımcılarımızın Kitap Hakkındaki Değerlendirmeleri:

Değerlendirme aşamasında, katılımcılar kendilerine verilen üç dakika içerisinde fikirlerini paylaştılar. Moderatör tarafından kitapta en fazla öne çıkan kavramlara dikkat çekildi. Triggers kitabında;

  • İnsan – 245 kez
  • Değişim – 224 kez
  • Davranış – 177 kez tekrarlanmıştır.

Yani kitabın dili, nicel olarak da tam beklediğimiz gibi “insan – değişim – davranış” üçgeninde dönüyor. Bu kelime ve kavramların koçluk ile ne kadar ilişkili olduğu düşünülünce, incelediğimiz eserin koçluğumuza olan etkisini vurgulayan moderatör İlker Aksoy tarafından yönetilen değerlendirme safhası başlatıldı.

 Bu bölümde sırası ile; 

a. Gözde Özdemir: “Kitabı genel olarak çok beğendiğimi söyleyebilirim. Yazarın başka eserlerini okumuş olsam da bu kitabı daha önce almamış olduğumu fark ettim. Beni en çok etkileyen bölüm, istek–ihtiyaç döngüsü oldu. Günlük hayatımda bir şey satın alırken gerçekten isteğim doğrultusunda mı yoksa ihtiyacım doğrultusunda mı hareket ettiğimi fark etmek, önemli bir içgörü sağladı.

Kitaptaki günlük soruları aktif olarak kullanmaya başladım. Hatta koçluk eğitimimi henüz tamamlamamış olmama rağmen, yakın çevremdeki arkadaşlarımla küçük uygulamalar yaparak bu soruları deneyimlemeye çalıştım. Bu süreçte değişim çarkından yararlanarak ‘neleri yaratmak istiyorum, neleri kabul edeceğim, neleri değiştireceğim?’ soruları ile ilerlemek benim için oldukça değerliydi.

Ayrıca asalet ve çaba kavramları beni çok etkiledi. Zaman zaman asalete düşebildiğimi hem kendimde hem çevremde gözlemliyorum; çabanın ise bir şeylerin sorumluluğunu almak açısından ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Genel olarak benim için çok keyifli bir kitaptı; vesile olduğunuz için teşekkür ederim.” dedi.

Buna moderatör,
“Triggers kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda ‘tetik’ ya da ‘başlatmak’ karşılığıyla karşılaşıyoruz. Askeriyede de önemli bir terimdir. Artık Türkçede giderek daha fazla kullanılan ‘tetikleyici’ kavramı, davranışı harekete geçiren unsurların tamamını kapsıyor. Marshall Goldsmith, dünyada en çok kazanan yönetici koçlarından biri ve bu alanda oldukça özgün bir düşünür. Kitabın oluşumunda Mark Reiter’ın katkısı da dikkat çekicidir; çoğu zaman geri planda kalsa da metnin omurgasında önemli bir emeği vardır. Goldsmith’in ‘Kazanılmış Hayat’ ve ‘Mojo’ gibi eserleri de bu çizginin devamıdır.

Bu kitapta dipnot bulunmaması ilginç bir tercihtir; yazar, ortaya koyduğu kavramların çoğunu kendine ait bir sistem içinde sunuyor. Gözde Hocam’ın değindiği istek–ihtiyaç ayrımı gerçekten güçlü bir çerçeve sağlıyor. Günlük soruların, koçun zorlayıcı tarafını besleyen bir yapı sunduğunu ve yazarın bunu ‘kendi kendine koçluk’ yaklaşımına bağlamasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Batı ekolünde koçluğun daha sert bir takip anlayışına sahip olduğunu gözlemliyoruz. Goldsmith’in bazı danışanlarıyla her gün belirli saatlerde ilerleme raporu aldığı uygulamalar buna güzel bir örnek. Bizim kültürümüzde ise bu tarz bir takip genellikle daha yumuşak bir tonda gerçekleşiyor. Bu açıdan kitap, koçlukta eylemin takibi ve sorumluluk alma konusunda zihin açıcı bir perspektif sunuyor.

Asalet ve çaba kavramlarının altını çizmek de değerli; özellikle çaba, koçlukta sorumluluğu üstlenmek için kritik bir bileşendir. Gözde Hocam’a katkısı için teşekkür ediyorum.” girdisini yaptı.

b. Özkan Karagöz: “Kitap, koçlar için bir başucu niteliğinde; her bölümü okunası ve ders çıkarılası bir yapıya sahip. İçerisinde pek çok araç barındırıyor. Temelde, insanın değişimde ne kadar zorlandığını merkeze alan bir kurgusu var. Biz koçlar olarak davranış değişikliklerini tetikleyebileceğimiz boşlukları yakalamaya çalıştığımız için, kitap bu anlamda önemli ipuçları sunuyor.

Kendimce kısa bir özet çıkardığımda, kitabın bize şunu söylediğini düşünüyorum: Şikâyet etmeyi bırak, çevreyi suçlamayı bırak; içsel ve dışsal tetikleyicilerini fark et ve yönet. Bir konuda gerçekten değişimi istiyorsan işe kendini değiştirmekle başla. Kendini değiştirdiğinde çevreni de daha iyi kontrol edebildiğini ve daha mutlu bir insan olduğunu göreceksin. Değişime direnç gösterenler hem kendilerine hem çevrelerine zarar verirler.

Kitabı iki kez okuduktan sonra özellikle 105. sayfadaki bir bölüm dikkatimi çekti. Yazar, ‘Bireysel koçluk hizmeti verirken kişiliğini tümden değiştirmesi gereken kimseye rastlamadım. Başarılı liderler hayatlarının her alanında hatalı davranmazlar; parantez içinde davransalar da işsiz kalırlardı. Bu kişiler yalnızca bir veya iki açıdan hatalı davranırlar; ancak bu hatalar yaptıkları her şeyin farklı algılanmasına neden olur,’ diyor. Çevreme baktığımda bununla çok eşleşen örnekler görüyorum.

Buradan hareketle, 80/20 Pareto kuralını hatırladım. Belki bize başvuran bir kişinin bariz bir davranışını belirleyip buna yönelik bir araç geliştirmek mümkün olabilir. Bu davranışı tespit eden ve çözmeye yönelik çalışan bir ‘Pareto Aracı’ geliştirilebilir diye düşündüm.” dedi.

Buna moderatör,
“Özkan Hocam, bu konu üzerinde iletişim hâlindeyiz; birlikte olgunlaştırabileceğimiz bir alan olduğunu düşünüyorum ve bu beni heyecanlandırıyor. Kitapta değişimle ilgili dikkat çekici bir ifade de 22. sayfada karşımıza çıkıyor. Yazar, ‘Davranış değişikliğine başlamak zor, devam ettirmek daha zor; değişimin kalıcı olmasını sağlamak ise en zordur’ diyor. Kurumsal yaşamdaki deneyimime baktığımda, değiştirebileceğimi düşünerek adım attığım pek çok konuda duvara çarptığımı hatırlıyorum.

Bu noktada koçun rolü devreye giriyor. İnsanların öz farkındalıkları güçlü olduğunda değişim ihtiyacını kendiliğinden yakalayıp harekete geçebiliyorlar. Bu kişiler için söylenecek söz yok; ellerinden öpüyoruz. Ancak çoğu zaman koçun ‘numarası’, farkındalığı tetikleyebilecek bir hamle yapmasında yatıyor. Bazen ilham verici bir düşünce, bazen sizin de değindiğiniz gibi bir araç, bazen de bilimsel bir veri bu tetiklemeyi sağlayabiliyor.

Biz hem koçlukta hem mentorlukta seansların sonunda mutlaka bir eylem adımı duymak isteriz. KAMÇI, GROW, 5N1K ya da SMART fark etmiyor; günün sonunda davranış değişikliğini başlatacak bir adımın tanımlanması esastır. Yeni bir alışkanlığın temeli böyle atılıyor. Özkan Hocam, katkılarınız için teşekkür ediyorum. Lütfiye Hocam, sizi görüyorum; buyurun.” girdisini yaptı.

c. Lütfiye Varol: “İlker Hocam’ın da değindiği bir noktaya ben de katkı sunmak istedim. Bu konu üzerine yazdığım bir metin de var: İlgi mi, etki mi? Buradaki ‘ilgi’ ve ‘etki’ ayrımı benim için çok önemli. Çünkü hayatımıza etki etmeyen bir şey, yani tetiklenmeyen bir süreç, kalıcı hâle gelmiyor. Kitabın da tam olarak altını çizdiği nokta bu: tetikleyicinin farkına vararak bilinçli bir tepki verebilmek.

Kitapta dikkatimi en çok çeken bölüm, 119. sayfadaki aktif soru sorma tekniği oldu. Pasif sorular ile aktif sorular arasındaki fark, örnek üzerinden çok net anlatılmış. ‘Bugün mutlu oldun mu?’ pasif bir soru iken, ‘Bugün mutlu olmak için elinden geleni yaptın mı?’ aktif bir sorudur. Pasif sorular daha çok dış koşulları ölçerken, aktif sorular bireyin kişisel çabasını ortaya koyuyor. Bu yaklaşım, öz farkındalık ve öz liderlik için güçlü bir araç niteliğinde.

Bir koç olarak soruların önemini hep konuşuyoruz. Doğru soruyu kurduğumuzda, bu soru karşı tarafta bir tetikleyiciye dönüşüyor ve kişinin hayatında kalıcı bir etki yaratabiliyor. Bu nedenle kitapta yer alan bu bölüm beni diğer bölümlere göre biraz daha fazla etkiledi.” dedi.

Buna moderatör,
“İyiymiş Hocam, tebrik ediyorum. ‘Etki alanı – ilgi alanı’ ayrımı gerçekten çok iyi bir cımbızlama olmuş. Active–passive soru ayrımında da eğitimlerde sık sık üzerinde durduğumuz açık uçlu soru – kapalı uçlu soru meselesini yakalıyorum. Aktif sorular, tıpkı açık uçlu sorular gibi düşünmeyi genişletiyor; kapalı uçlu sorular ise buzları eritmek, tanışma ve kimya seanslarında güveni tesis etmek için önemli bir işlev görüyor.

Lütfiye Hocam, katkınız için teşekkür ediyorum.” girdisini yaptı.

d. Abdullah Kaya: “Ben de bir örnek paylaşmak istedim. 2006–2016 yılları arasında Kocaeli İzmit SEKA tesisleri sahasında, 10 yıl boyunca her cuma 22.00–23.00 arası hiç sektirmeden halı saha maçı yapıyorduk; hayatımın en istikrarlı rutinlerinden biriydi. Maçları ben organize ediyordum. Bazen maça bir–iki saat kala ortalıkta kimse olmazdı; ben ise grubu tetikleyen kişi olurdum. ‘Dakika skor alalım,’ ‘hazır mısınız?’ gibi mesajlarla ekibi toparlardım.

Yurt dışında iki yıl kaldığım dönemde Amerikalılarla da benzer bir durum gözlemledim; onlar da çaktırmadan baskı kuruyorlar, fakat bunu hissettirmeden yapıyorlar. Biz ise bazı noktalarda daha naif davranıyoruz. Oysa bazı şeyleri ısrarla ve istikrarlı şekilde yapmak etkili oluyor. Maç saatine bir saat kala kimse yokken tüm ekibi toplamış oluyordum; bu da güzel bir sonuç veriyordu. Bir şeyin ısrarlı olması, fakat usandırmadan yapılması önemli; tetikleyici olmak bu anlamda değerli. Böyle bir katkı sunmak istedim.” dedi.

Buna moderatör,
“Teşekkür ederim Abdullah Hocam. Paylaştığınız örnek doğrudan tetikleyici kavramına giriyor. Bu kitaptaki tetikleyici yaklaşımını da güzel şekilde karşılıyor; insanları harekete geçiren, davranış başlatan unsurlar tam olarak bu tür örneklerde somutlaşıyor.

Zaman yönetimiyle ilgili okuduğum bir makalede şöyle bir ifade vardı: ‘Bir tarafta parazitler vardır; bunlar negatif tetikleyicilerdir. Öte tarafta sinyaller vardır; bunlar pozitif tetikleyicilerdir.’ Asıl mesele, parazitlerin uşağı olmak mı yoksa sinyalleri yöneten biri olabilmek mi? Hepimiz tekniklere bakarak zaman yönetimini çözmeye çalışıyoruz ama konu aslında bu iki tetikleyici arasındaki mücadelede sinyalleri aktif tutabilmekte yatıyor.

Cep telefonu da bunun güzel bir örneği. Alarmlar, hatırlatıcılar ya da uygulamalar aracılığıyla sinyal oluşturabiliriz; ancak aynı cihaz dikkatimizi çalan bir parazite de dönüşebiliyor. Karşımızda bu parazitleri arttırmak için çalışan ciddi bir mühendislik var; dikkati yöneten, davranışı manipüle eden bir tasarım zekâsı… Bu yüzden zaman yönetimi tekniklerinin her zaman yeterli olmaması normal.

Makalede Elon Musk’ın ‘sinyal değeri’ yüz puan olarak verilmişti; neredeyse sıfır parazitle çalıştığı söyleniyor. Nasıl yaptığı bilinmiyor ama bu bir tercih meselesi. Kendi adıma söylemek gerekirse, ben günlük yaşamımda bir miktar paraziti tolere ediyorum; telefonumu tamamen kapatmak gibi bir hedefim olmadığı için hafif bir eğlence payı bırakıyorum. Sonuçta benim görevim bir Neurolink takıp uzaya roket göndermek değil; daha mütevazı bir hayat içinde dengeli bir kullanım yeterli oluyor.

Abdullah Hocam bildirimleri kapattığını söyledi. Ben de Twitter’ı kapattım; ancak ilginç şekilde Instagram ve LinkedIn sürelerim arttı. Bu da gösteriyor ki dikkatimizi çalmak için üstün mühendislik kullanılıyor. Bu çeldiricilere karşı yapılabilecekler sınırlı. Bu vesile ile ‘tuşlu telefon’ tercih edenlere saygı duyuyorum; hayatı sadeleştiriyor.” girdisini yaptı.

e. Okan Çilingiroğlu: “Kitabın 76. sayfasında yer alan tetikleyici–davranış akışını gösteren bölüm benim için oldukça etkileyiciydi. Özellikle 13. bölümde, iletişim süreçlerinde sıkça karşılaştığımız bir duruma güçlü bir çerçeve sunuluyor: mevcut durumda pozitif bir fark yaratmak için gerekli aksiyona gerçekten istekli miyim, gönüllü müyüm? Çoğu zaman tetikleyici ile davranış arasındaki farkındalığı kaçırdığımız için reaktif tepkiler veriyoruz ve bu da iletişim kazalarına neden oluyor. Söylemediğimiz ya da söylemeyi akıl edemediğimiz cümleler, tetikleyemediğimiz farkındalıklar, aslında yaşamımızdaki birçok sorunun temelini oluşturuyor.

Bu düşünce tarzı, benim de sıklıkla sığınmaya çalıştığım bir yaklaşım: şu anda söyleyeceğim ya da yapacağım şeyin bana veya karşı tarafa bir faydası var mı? Bizi yetişkin seviyesinde tutuyor mu? Şimdi ve buraya bir katkısı var mı? Genelin hayrına mı? Eğer bu soruların yanıtı olumsuzsa, o davranışı durdurmak ve alternatifini hayal etmek mümkün oluyor. Bu sorular bile farkındalık kapısını aralayarak reaktiften proaktife geçmemizi sağlıyor. Kitaptaki bu bölüm, bu açıdan benim için oldukça değerliydi.” dedi.

Buna moderatör,
“Bu çerçeve, eğitimlerde sıkça hatırlattığımız Sokrates’in ‘fayda filtresi’ni destekliyor: Söyleyeceğim şeyin bana faydası var mı? Karşıdakine faydası var mı? Problemin çözümüne katkı sağlıyor mu? Üçte üç çıkıyorsa söyle; biri eksikse bazen söylememek daha doğru olabiliyor.

Bu noktada iş dünyasında gelişen refleksler de devreye giriyor. Mühendislik kültürü özellikle ‘problem çözme’ kasını büyüttüğü için pek çok profesyonel, doğal olarak önce negatifi tespit etmeye odaklanıyor. Bu, yılların biriktirdiği bir zihinsel refleks ve tamamen yok etmek kolay değil; önemli olan bunun iletişime ne kadar yansıdığını kontrol edebilmek.

Altı Şapka Tekniği’ndeki ‘siyah şapka’, yani risk ve eleştiri odağı, özellikle teknik kökenli profesyonellerde baskın olabiliyor. House of Human olarak biz bunu tersine çevirme metoduyla dengelemeye çalışıyoruz. Örneğin bir liderlik konusu çalışırken ‘Nasıl iyi lider olurum?’ demek yerine ‘Nasıl kötü lider olurum?’ sorusunu soruyoruz. İlginç şekilde, kötü liderlik özellikleri çok daha hızlı ve çok daha fazla çıkıyor. Ardından bunları tersine çevirdiğimizde gerçekten ilham veren bir liderlik çerçevesi ortaya çıkıyor.

Bu yaklaşım, tetikleyici–davranış boşluğunda yeni bir seçim alanı yaratmak açısından oldukça etkili. Okan Hocam, katkınız için teşekkür ediyorum.” girdisini yaptı.

f. İlkay Çevikcan: “Kitapla ilgili üç madde paylaşmak istiyorum. Bu üç maddenin hem kendi hayatımıza hem de koçluk yolculuğumuza entegre edilebileceğini düşünüyorum. Birincisi, kitapta ‘hayatı örgütlemek, hayatı yapılandırmak’ üzerine bir bölüm var. Bir mavi kişilik olarak bu yaklaşımı hayatıma en fazla entegre edenlerden biriyim; her zaman liste yaparım, her zaman plan çıkarırım. Ne kadar uyum gösterebildiğim tartışılır ama hem hayatta hem koçlukta bu yapılandırmanın önemli olduğunu kitapta da güçlü biçimde gördüm. Yapılandırmayı sürdürdükçe öz disiplinin ve öz yönetimin arttığı, daha az sürprizle ve daha az seçimle karşılaşıldığı vurgulanıyor. Bu benim için birinci sıradaydı.

İkinci madde, test edilircesine dinlemek. Zaten koçluk eğitimlerinin ilk dersinde öğretilen şey ‘dinlemek’tir. İyi bir dinleyici olmanın iyi bir koç olmanın ön koşulu olduğunu herkes bilir. Hem günlük hayatımızda hem de koçlukta, gerçekten performansımız ölçülüyormuşçasına dikkatle dinlemek, bence entegre edilmesi gereken en önemli noktalardan biri.

Üçüncü madde ise, koçluğa gelen kişilerin çoğunun memnun olmadıkları ortamlardan bahsetmesi. İnsanlar hoşlanmadıkları toplantılarda, ortamlarda ya susuyor ya da zamanın geçmesini bekliyor—ben de dahil. Ancak kitap burada farklı bir yaklaşım getiriyor. Lütfiye Hocam’ın da andığı 210. sayfada dört soru var: Mutlu olmak için elinden geleni yaptın mı? Anlamlı bir şey yaratmak için elinden geleni yaptın mı? Pozitif ilişkiler kurmak için elinden geleni yaptın mı? Tam katılım göstermek için elinden geleni yaptın mı?

Bu dört soru, içinde bulunduğumuz olumsuz ortamdan çıkabilmek için elimizden geleni yapıp yapmadığımızı fark etmemizi sağlıyor. Bir konu açtım mı? Kendimi ifade ettim mi? Yoksa tamamen içime mi kapandım? Bu açıdan kitap, koçun seanslarda sık sık kullandığı bu yaklaşımı günlük yaşama taşımak için güzel bir çerçeve sunuyor. Bu bölüm benim için özellikle dikkat çekiciydi. Kitabı bize kazandırdığınız için tekrar teşekkür ederim.” dedi.

Buna moderatör,
“Teşekkür ederim Hocam. Muhammed Ali’nin bir sözü vardı, bölüm sonunda da geçiyordu: ‘Planlar ilk yumruğu yiyene kadardır.’ Plan yapmak elbette önemli; özellikle mavi kişilikler için. Ancak ilk yumruğu yedikten sonra asıl yolculuk başlıyor.” girdisini yaptı.

g. Mustafa Güler: “Kitapta beni doğrudan etkileyen bölüm, 172. sayfada yer alan ‘O tekne her zaman boştur’ başlığı altındaki hikâye oldu. Bu hikâyeyi okuduğumda bir aydınlanma yaşadım; yıllarca bazı insanlara gereksiz yere karşılık verdiğimi, bazı durumları üzerime aldığımı fark ettim. Hikâyede genç bir çiftçi, teknesiyle nehirde ilerlerken kendisine hızla yaklaşan bir tekne görür; bağırır, yön değiştirir ama sonuçta tekne gelip çarpar. Öfkeyle ‘Bu koca nehirde nasıl oldu da gelip tam benim tekname çarptın?’ diye bağırır; ancak teknenin boş olduğunu fark eder. Halatından kopmuş, akıntıya kapılmış bir tekneye öfke duymaktadır.

Bu hikâye, trafikten gündelik ilişkilere kadar hayatın her alanında geçerli. Karşı tarafın davranışı çoğu zaman bizimle ilgili değildir. İnsan sinirli olabilir, meşgul olabilir; farkında olmadan çarpabilir. Burada önemli olan, tetikleyiciyi kişiselleştirmemektir. Ben hikâyeyi okuduğum sırada bir tartışmanın içindeydim; iyi niyetle geri bildirim vermek istemiştim, karşılıklı konuşmuştuk ama davranışlarda bir değişiklik göremiyordum. Hikâye bana şunu gösterdi: bazen karşımızdaki kişi halatından kopmuş bir teknedir; üzerine alınmamak gerekir.

Bir arkadaşımın söylediği bir cümle de beni etkiledi: ‘İnsanlar geri bildirim almayı seçebilirler ama uygulamak zorunda değildirler.’ Geri bildirim almayı sevdiğini söyleyen kişilerin bile bunu hayata geçirmediğini görünce, kitabın bu bölümü bende iki kat daha anlam kazandı. Kitap çok fazla değerli içerik sunsa da, benim için en güçlü yer burasıydı.” dedi.

Buna moderatör,
“Teşekkür ederim Mustafa Hocam. Anlattığınız boş tekne hikâyesinin benzeri Stephen Covey’nin ‘Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’ kitabında da geçer. Orada da bir gemi fenerle karşı karşıya gelir; taraflardan biri gücüne güvenerek ‘çekil’ der ama fener ‘rotanızı değiştirin’ diye yanıtlar. Mesaj aynı: bazen karşımızdakinin davranışı bizimle ilgili değildir.

Koçlukta da aynı prensip geçerli. Kurtarılmak konusu, karşı tarafın kurtarılmayı talep etmesiyle ilgilidir. Mentorluk eğitimlerinde buna ‘mentinin talepkârlığı’ diyoruz. Geri bildirim almak başka, onu uygulamak ise tamamen ayrı bir sorumluluktur; her iki sorumluluk da danışana aittir. ICF tanımlarında bu konu çok nettir.

Kitap, koçu sürecin içine biraz daha fazla sokuyor; Goldsmith iki yerde 18 aylık bir koçluk sürecinden bahsediyor. Bizde ise koçluk genellikle 1–5 seanslık yapılır. Benim tek 20 seanslık bir çalışmam oldu; onun dışında ilişki tamamlanınca kapanır. Ancak Goldsmith’in işaret ettiği bu 18 ay meselesi hepimize bir şey söylüyor: takip önemlidir. Ara ara yapılan oturumlar, yıl sonunda gerçekleştirilen vizyon toplantıları ya da workshop’lar, özellikle 5–10 yıllık eylem adımlarının sürdürülebilir olması için kritik önemdedir.

Bir noktayı da vurgulamak isterim: ‘Ben yapacağım’ demek, koçlukta bile olsa bir deklarasyondur; kişi kendine bir taahhüt verir. Zorlayıcı tarafı vardır ve başarıyı artırır.” girdisini yaptı.

h. Gözde Özdemir: “Mustafa Bey’in paylaştığı boş tekne hikâyesi aslında benim söylemek istediğim noktaya da temas ediyor. Bu kitabın bana en büyük katkısı iki alanda oldu. Birincisi, sağlıklı beslenme konusunda ciddi bir adım atmamı sağladı. İkincisi ise trafikte sinirlenme konusunu fark etmemi ve yönetebilmemi kolaylaştırdı. Esenyurt bölgesinde çalışıyorum; oranın trafiğini bilenler varsa ne kadar zorlayıcı olduğunu da bilirler. Kitap, özellikle bu konuda zihnimde bir pencere açtı.

Günlük yaşamımda cebime koyduğum iki önemli kazanımın bu olduğunu düşünüyorum. Bu kitabı okumama vesile olduğunuz için tekrar teşekkür etmek istedim.” dedi.

Buna moderatör,
“Biz teşekkür ederiz Hocam. Boş tekne pratiğini anlatırken yazarın özellikle ‘akıntıya karşı gitmek’ ifadesinin altını çizdiğini de görüyoruz. Akıntıyla beraber sürüklenmek kolaydır; ancak akıntıya karşı yüzebilmek, yani bilinçli davranışı seçebilmek, asıl güç olan taraftır.” girdisini yaptı.

ı. Elif Tuğrul: “Kitabı okurken kendimi en çok ilişkilendirdiğim yer, ‘harika planlayıcılar – kötü eylemciler’ bölümündeydi. Telefonumda onlarca alarm, iş yerinde küçük notlar, eve gidince yapacaklarıma dair listeler… Oldukça düzenli planlar yapmama rağmen, eyleme geçme konusunda zorlandığımı fark ettim. Bu nedenle kitabın planlama–eylem ilişkisine yaptığı vurgu benim için önemliydi; çünkü planladığımız birçok şeyi hayata geçiremiyoruz.

Aktif ve pasif sorular bölümünde de benzer bir durum dikkatimi çekti. Özellikle günlük planlamada ‘Elinden geleni yaptın mı?’ sorusu aslında pasifi aktife çeviren güçlü bir soru. Dört Anlaşma’daki ‘Elinden gelenin en iyisini yap’ ilkesiyle de örtüşüyor. Bu aktif soru yaklaşımı, kişiyi kurban rolünden çıkarıyor; tıpkı boş tekne örneğinde olduğu gibi, durumu değil kendi çabasını odağa almasını sağlıyor. Ben de günlük sorular listesini kendime ödev olarak aldım; 1–10 arasında puanlayarak çabaya dair farkındalığımı ölçmeyi deneyeceğim. Bu noktada yaratma, muhafaza etme, erteleme ve kabullenme şeklindeki dört grubu da sorulara uyarlamak mümkün. Her gruptan soru olup olmadığını kontrol etmek, süreci daha bilinçli yönetmeyi sağlayabilir.

Ayrıca bu soruların hedefimize hizmet edip etmediği de önemli. Bir vizyonumuz var; günlük planlamadaki maddeler bu vizyona katkı sağlamıyorsa enerjimizi boşa harcıyoruz demektir. Yapacaklar listeme yazdığım şeyler günlük sorularıma yansımıyorsa, aslında o hedefe bağlı olmadığımı gösteriyor; bunu fark etmek benim için değerli bir içgörü oldu.

Takip kısmında ise kararsız kaldığım bir nokta var. Daha önce okuduğum bir kitapta, ‘Eylemi başkasına söylediğinizde yapmanız kolaylaşır’ deniyordu. Ancak başka bir görüş, ‘Bilinçaltı eylemi söylediğinde yapmış gibi hisseder ve uygulama ihtiyacı azalır’ diyor. Bu nedenle bu kısmı biraz kendimde deneyerek keşfedeceğim.

Son olarak, çevre konusu dikkatimi çekti. Bulunduğumuz ortamda kalmak için çaba göstermeliyiz; ancak çevre bize zarar veriyorsa bu, değerlerimizden ödün vermeye başladığımız anlamına gelir. Bu iş ortamında da sosyal hayatta da geçerli. Kitapta, başarılı insanların yalnızca kendi içlerine odaklanmadıkları; çevrelerinde olup biteni sürekli gözlemledikleri ve tetikleyicilere dikkat ettikleri vurgulanıyor. Ben de bunun altını çizdim.” dedi.

Buna moderatör,
“180. sayfada yazar tam da sizin değindiğiniz noktayı işaret ediyor: ‘Hayalperest plancı – miyop eylemci’ ayrımını yaparak plan ile eylem arasındaki kopukluğa dikkat çekiyor. Kitabın sonlarında koçlar ve mentorlar için önemli bir cümle var ve kulağımıza küpe olacak nitelikte: ‘Danışanınız büyük değişiklikler yapmak yerine, mevcut rutinlerinde küçük değişikliklerle başlamalıdır.’

Bu yaklaşım, Alışkanlıkların Gücü ve Atomik Alışkanlıklar kitaplarıyla da örtüşüyor. Değişimin basit ve tekrarlanabilir olması, sürdürülebilir kılması açısından kritik. Büyük dönüşümler hedeflemek yerine küçük, uygulanabilir adımların daha etkili olduğu bu kitapta da güçlü bir şekilde vurgulanıyor.

Elif Hocam, katkınız için teşekkür ediyorum.” girdisini yaptı.

i. Özgün Hocam: “Kitabın başlangıç kısmında Blanchard’ın durumsal liderlik yaklaşımına yapılan atıf dikkatimi çekti. Blanchard eğitimini almadım fakat notlarını okumuştum; kendi takım liderliğimde de uygulamaya çalıştığım bir konu. Kitapta da kişinin kendi durumuna göre kendine nasıl dönmesi gerektiğine yapılan vurgu bu açıdan benimle çok örtüştü. Triggers’ı Atomik Alışkanlıklar’dan sonra okudum ve dili bana daha akıcı geldi. Çevreyi değiştirerek başlama fikri iki kitapta da ortak; Goldsmith de buna açıkça atıfta bulunuyor.

Okan Hocam’ın bahsettiği etki–tepki arasındaki özgür seçim hakkı da benim için önemli bir yer tuttu. Günün sonunda proaktif yaklaşım çok değerli. Arabadan öfkeyle inmekle inmeme arasındaki seçim, tetikleyici ile tepki arasındaki o küçük boşlukta şekilleniyor. Birçok durumda tehdit algısıyla limbik beyinden cevap veriyoruz; oysa güçlü sorunun kortekse giden bir kapı açtığını biliyoruz. İletişim eğitimlerinde de söylediğiniz gibi, güçlü soru kişiyi düşünmeye yönlendiriyor. Kitabı okurken kafamda bu benzetmeler netleşti.

Ayrıca değişim çarkıyla ilgili bir araç geliştirilebilir mi diye düşündüm; hatta Fatma Hocam’la bu konuda konuşmak istediğimi söylemiştim. Kitabın tamamını bitiremedim ama plancı–eylemci ayrımında koçun rolü beni en çok etkileyen kısımlardan biri oldu. Goldsmith’in koçluk anlayışının bizim uyguladığımızdan daha sert olduğunu görüyoruz. 7.11’e atıfla konuşacak olursak, bazı noktalarda bunun ötesine geçtiğini de söyleyebiliriz. Biz yönlendirme yapmaktan çekinirken, onların yaklaşımında danışanın ‘ısmarlama’ bir taahhütte bulunarak eylemi üstlendiği durumlar var. Step Up dışındaki bir seansımda böyle bir deneyim yaşadım; konuşmanın ‘Bunu hayatımda uygulayacağım’ diye bitmesi ilginç bir farkındalık yarattı.

Kişinin kendini tetikleyemediği durumlarda, verilen ödevler, listeler ve takip mekanizmaları oldukça önemli. Bu nedenle bazen duyurmak, hatırlatma maili atmak bile etkili olabiliyor. Teşekkür ederim.” dedi.

Buna moderatör,
“Proaktif tarafta en kritik nokta, öfke anıyla eylem arasına bir durak koyabilmektir. Limbik sistem bizi ele geçirip kontrolü aldığında, bir–iki nefeslik aralık bile tepkiyi değiştirebilir. Psikologların öfke yönetimi için önerdiği yöntemlerin çoğu bu tetikleyicilerle ilgilidir.

Bir kaynağını hatırlayamadığım bir metinde şöyle bir bilgi okumuştum: Bizi esas şekillendiren dönem, 0–2 yaş değil, ondan da önceki dönemdir. O dönemde karşılaştığımız sorunlara bebek aklımızla bulduğumuz çözümler, ileride bozuk şemalara dönüşüyor. Dil olmadığı için pek çok tetiklenme tat veya koku üzerinden geliyor. Bu nedenle Şema Terapi, Johari Penceresi’ndeki ‘gizli alan’a temas ediyor. Bazen bir tarçın kokusu bile modumuzu düşürebilir; çocuklukta yaşadığımız bir tecrübeyle bağlantılıdır ama biz hatırlamayız.

Değişim çarkı da tam olarak bu farkındalık üzerine kurulu. Araçlarla çalışırken genelde iki yöntem kullanıyoruz: excel tabanlı puanlama ve kartezyen eksen yaklaşımı. Yazar, negatif bir durumda ya kaçınma–kabul etme ikilemiyle; pozitif bir durumda ise çoğaltma–muhafaza etme ekseniyle ilerliyor. Bizim kullandığımız araç da aynı mantıkla çalışıyor. Özgün Hocam, katkınız için teşekkür ederim.” girdisini yaptı.

j. Ayla Şababoğlu : “Kitapla ilgili genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. 200 sayfa bile olmayan bir metnin içinde bu kadar çok pratik bilgiyi bir arada bulabilmek gerçekten değerli. Arkadaşlarımın altını çizdiği pek çok bölüm, benim de keyifle okuduğum ve faydalandığım bölümler oldu. Kitabın bana katkı sağlayan bölümlerinden biri, ‘Şu anda bu konuda pozitif bir fark yaratmak için gerekeni yapmaya gönüllü müyüm?’ sorusuydu. Bu yaklaşım, hayatın içindeyken ortama katkı sunma fikrini yeniden hatırlatıyor. Şiddetsiz iletişimde de geçen ‘ortama bir şey katma’ ilkesiyle çok örtüşüyor. Bu bölümü yeniden okumak bana iyi geldi.

Bir diğer etkilendiğim kısım ise ikinci bölümde yer alan değişikliği frenleyen inançlar idi. Birçok şeyi neden yapmadığımızı, kendimize hangi gerekçeleri uydurduğumuzu sistematik şekilde gösteriyor. Örneğin ‘anlarsam yaparım’ düşüncesi—oysa anlamak ya da bilmek, yapmanın garantisi değil. Planlama yaparken enerjimizin tükeneceğini hesaba katmayız; başlamak kolaydır ama aynı şekilde devam etmek garanti değildir. Bu bölümde bu inançların tek tek ortaya koyulması benim için oldukça kıymetliydi. Kitabın arka arkaya bu kadar iyi sistematize edilmiş içeriği sunması çok faydalı geldi.

Ayrıca Form şirketinin CEO’suna dair verilen örnek de hoşuma gitti. Toplantılara düzenli başlanması ve toplantı kurallarına ek olarak, ‘Herkes odadaki diğer insanlara yargılamak için değil yardım etmek için var’ yaklaşımı gerçekten etkileyiciydi. Biz suçlama ya da gerekçelendirme konusunda biraz daha mahir olabiliyoruz; özellikle değişim istemediğimizde direnç gösteriyoruz. Kitap bu konuya aktif–pasif sorular dahil çok sayıda araçla yaklaşarak zengin bir çerçeve sunmuş.

Genel olarak bu kitabı, değişim ve koçluk üzerine okuduğum en iyi kitaplardan biri olarak görüyorum. Takip meselesine yapılan vurgu da çok yerindeydi; belki biz bu konulara biraz daha naif yaklaşıyoruz. Ancak bu kitap, koçluk disiplinine de kişisel gelişime de oldukça güçlü bir katkı sağlıyor. Tekrar teşekkür ediyorum.” dedi.

Buna moderatör,
“Ben teşekkür ederim Ayla Hocam. 171. sayfadaki bölüm özellikle okunmayı hak ediyor; kitabın o on beş sayfalık kısmı bile kişinin modunu değiştirmeye yeter. Toplantılarda yardım etme tarafına yapılan vurgu da bizim KAMÇI’nın 5N1K1E modelinde ‘ısrarla sorun’ dediğimiz noktayı hatırlatıyor: ‘Bunu yaparken sana kim veya ne destek olabilir? Kim veya ne engel olabilir?’
Bu yaklaşım, destek mekanizmasını görünür kılmak açısından oldukça değerli. Umut Hocamızın kulaklarını da çınlatalım.”
girdisini yaptı.

k. Gülden Görgülü: Kitapta dikkatimi çeken tüm konulara arkadaşlarım değindi. Ben de kelimeleri sevdiğim için konuya buradan bağlanmak istiyorum. Yazar, tetikleyicileri kontrol edemeyeceğimizi ancak verdiğimiz tepkileri kontrol etmeyi öğrenebileceğimizi söylüyor. Bu noktada tetikleyicilere verdiğimiz tepkilerin etik olması gerektiğini hatırlatmak isterim; kelimenin içindeki ‘etik’ çağrışımı da benim için bu bağlamı güçlendirdi.

Değişim çarkından bahsedildi; kitabın başlarında yazar değişimin zor olduğunu, dönüşümün zahmetli olabileceğini söylüyor ancak bize oldukça basit yöntemler öneriyor. Fakat ‘basit olması, kolay olduğu anlamına gelmez’ diyerek önemli bir hatırlatma yapıyor. Ben de kelimeler üzerinden şöyle düşünüyorum: basit kelimesinin içinde asit vardır; yani basit görünen şey çoğu zaman emek ve çaba gerektirir. Kolay kelimesinin içinde ise olay vardır; olay gerçekleştiğinde sonuç ortaya çıkar ama ‘basit’ olan şey, tıpkı asit gibi emek ister.

Bisiklet sürmek basittir ama öğrenmek için çalışmak gerekir. Yemek yemek kolaydır ama sağlıklı beslenmek emek ister. Kitaptaki tüm araçlar da aslında basittir; fakat biz çaba gösterdiğimizde, çalıştığımızda ve dikkatimizi verdiğimizde işe yarar. Benim için metnin en değerli katkılarından biri buydu.” dedi.

Buna moderatör,
“Gülden Hocam, farklı bakış açınızla gerçekten ufuk açtınız. Gülden Hocam fizik mühendisi; ülkemizde parmakla gösterilen kurumlardan birinde yönetici olarak çalışıyor. Aynı zamanda yazar; hem sağ hem sol beynini aynı anda kullanabilen, kelimelerle oynamayı seven biri. ‘Asit–basit’, ‘tetik–etik’ gibi çağrışımlarla farklı bir perspektif açmanız kıymetliydi.

Step Up’ta aramızda Seyhan Hocam gibi iki kitabı olan yazarlarımız da var. Umarım gelecekte koçluk alanında da benzer üretimler ortaya çıkar; misafir yazar olarak toplantılarımıza katılmaları keyifli olur. Gülden Hocam, finalde çok güzel bir renk kattınız; teşekkür ediyorum.” girdisini yaptı.

 

  1. Bilgi Yarışması:

Toplantımızın finalinde herkesin katıldığı TRIGGERS ‘dan hazırladığımız 12 soruluk bir bilgi yarışması düzenledik. Yarışmayı kazanan Gözde Özdemir’e Umut Ahmet TARAKCI’nın “MUTLULUK” kitabını hediye olarak gönderdik. Kendisini bir kez daha tebrik ederiz.

  1. Bir sonraki toplantı duyurumuz:

Sıradaki toplantımızı 10 Aralık 2025 Çarşamba günü saat 20.00 – 21.30 arasında gerçekleştireceğiz. Bu toplantımızda Dr. Umut Ahmet TARAKCI’nın “MUTLULUK” adlı kitabını inceleyeceğiz.

 

Sağlıcakla kalın.                                                                                                     

 

Bu gönderiyi paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir