“Outliers (Çizginin Dışındakiler) – Malcolm Gladwell” Bülteni
Değerli Step Up Kitap Kulübü üyemiz merhaba,
Kitap Kulübümüz bünyesinde incelediğimiz kitaplarımız hakkındaki görüş ve değerlendirmelerimizi paylaştığımız bültenimizin 9. sayısını sizlere sunuyoruz. 30 Nisan Çarşamba günü online olarak gerçekleştirdiğimiz kitap kulübü toplantısına 28 kitap dostumuz katıldı. Bu toplantımızda ‘Malcolm Gladwell’den Outliers’ kitabının üzerimizde bıraktığı etkileri değerlendirdik.
Açılışımız moderatör M. İlker Aksoy tarafından yapıldı.
Aksoy, Outliers’ın basıldığı 2009 yılı ile günümüz arasında fırsat eşitliğinin ne kadar geliştiğine vurgu yaptı. Kitapta çok sık belirtilen ustalık için 10.000 saat fenomeninin nasıl hızlandırılabileceğine değindi ve güç mesafesi kavramına dikkatimizi çekerek toplantıyı başlattı.
Yakın Dönemdeki Gelişmelerin Değerlendirilmesi:
İlkbahar döneminin koçlukta hızlanma dönemidir. Burada başlayan çalışmaların neticeye kavuşmasını önemsiyoruz. Bu amaçla koçlarımızı geliştirmek için Step Up Hızlandıran Koçluk Platformu olarak 10. Dönem Step Up Eş koçluk Projesini başlattık, proje tüm hızıyla devam ediyor. Bu programı webinar serileri ile destekliyoruz. Burada hedefimiz farklı koçluk okullarından gelen koçlarımızı hizalandırmak ve yeni başlayanları kuvvetlendirmek olacak. Sizleri koçlukla ne kadar iç içe tutarsak bunu gelişiminiz katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Elbette tüm bu hizmetlerimizin ücretsiz olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Kitap Kulübümüzün Amacı:
- Birbirimizden öğrenmek,
- Aynı kitabı farklı gözle değerlendirmek,
- Network oluşturmak,
- ICF 16 no’lu etik kuralını yaşamak ve yaşatmak
“Bir ICF profesyoneli olarak ben sürekli kişisel mesleki ve etik gelişim yoluyla mükemmelliğe ulaşmayı taahhüt ederim.”
- ICF Temel Yetkinlik 2.2 kuralını içselleştirmek (AC’nin yaklaşımı da benzer şekildedir)
“Bir koç olarak sürekli öğrenme ve gelişimini devam ettirir.”
- ICF’in 2 numaralı temel değerleri olan işbirliğini hep beraber yaşamak
Kitap Özeti:
Step Up Proje Yöneticimiz Okan Çilingiroğlu tarafından yapılan kitap özetini paylaşıyoruz:
Malcolm Gladwell’in “Outliers (Çizginin Dışındakiler)” adlı eseri, bireysel başarıya dair geleneksel anlayışlarımıza meydan okuyan, provokatif ve düşündürücü bir incelemedir. Gladwell, olağanüstü başarının sadece bireysel yetenek, zekâ veya sıkı çalışmanın bir sonucu olmadığını, aksine kültürel mirasın, şansın, fırsatların, doğum zamanlamasının ve içinde bulunulan çevrenin karmaşık bir etkileşiminin ürünü olduğunu savunur. Kitap, okuyucuyu beklenmedik bağlantılar ve şaşırtıcı istatistiklerle dolu bir yolculuğa çıkararak, başarının ardındaki görünmeyen dinamikleri aydınlatmayı hedefler.
Giriş: Roseto’nun Gizemi — Topluluğun Sağlığa ve Başarıya Etkisi
Gladwell, kitabına Pennsylvania’da, İtalyan göçmenlerin kurduğu küçük bir kasaba olan Roseto’nun şaşırtıcı hikayesiyle başlar. 1950’li yıllarda yapılan tıbbi araştırmalar, Roseto sakinlerinin çevrelerindeki diğer Amerikan kasabalarına kıyasla kalp hastalıklarından ölüm oranlarının şaşırtıcı derecede düşük olduğunu ortaya koymuştur.
Hekim Stewart Wolf ve sosyolog John Bruhn, bu “Roseto gizemi”nin sırrını genetik, beslenme veya coğrafi özelliklerde arasalar da, sonunda sırrın kasabanın benzersiz sosyal yapısında yattığını keşfederler. Roseto’da kuşaklar bir arada yaşamakta, komşuluk ilişkileri son derece güçlüdür. Kasabada yirmi iki farklı sivil toplum kuruluşu faaliyet göstermekte, kilise toplumsal yaşamın merkezinde yer almaktadır. Bu güçlü topluluk bağları, stresin azalmasına ve bireylerin kendilerini güvende hissetmelerine olanak tanımıştır.
Gladwell, Roseto örneğini, kitabının temel tezini ortaya koymak için bir metafor olarak kullanır: Tıpkı sağlığın sadece bireysel seçimler ve genetikle açıklanamayacağı gibi, başarının da sadece bireysel yetenek ve çabayla anlaşılamayacağını savunur. Başarıyı gerçekten anlamak için, bireyin içinde bulunduğu “ekoloji”ye, yani kültürel köklerine, ailesine, yetiştiği topluma ve önüne çıkan özel fırsatlara bakmak gerekir.
BİRİNCİ KISIM: FIRSAT
Bölüm 1: Matta Etkisi — Başlangıçtaki Küçük Avantajların Birikimli Gücü
Gladwell, “Matta Etkisi” kavramını, Kanada’daki elit genç hokey oyuncularının doğum tarihlerini inceleyerek tanıtır. Bu kavram, İncil’deki “Çünkü kimde varsa ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacak” ayetine bir göndermedir. Profesyonel hokey liglerindeki oyuncuların çoğunluğunun yılın ilk aylarında doğduğu ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni, Kanada’da genç hokey ligleri için yaş kategorilerinin belirlenmesinde kesme tarihinin 1 Ocak olmasıdır.
Bu durum, yılın ilk aylarında doğan çocukların, aynı kategorideki yıl sonunda doğan akranlarına göre fiziksel olarak daha gelişmiş olmalarını sağlar. Bu küçük avantaj, onların daha iyi takımlara seçilmelerini, daha iyi antrenörlerden eğitim almalarını ve daha fazla pratik yapmalarını sağlar. Zamanla, bu başlangıçtaki küçük avantajlar birikir ve “kümülatif avantaj” yaratır.
Benzer “göreceli yaş etkisi” futbolda, beyzbolda ve hatta eğitim sisteminde de gözlemlenir. TIMSS gibi uluslararası sınavlarda, kesme tarihine yakın doğan öğrencilerin daha yüksek puan alma eğiliminde olduğu görülmüştür. Bu durum, başarının sadece bireysel yetenek ve sıkı çalışmanın bir ürünü olduğu yönündeki inanışın yanıltıcı olabileceğini gösterir. Şansa dayalı küçük avantajlar, bireylerin uzun vadeli başarı yörüngelerini derinden etkileyebilir.
Bölüm 2: 10 Bin Saat Kuralı — Uzmanlığa Giden Adanmışlık Yolu
Bu bölümde Gladwell, herhangi bir alanda dünya çapında uzmanlığa ulaşmanın ardındaki temel prensiplerden biri olarak “10 Bin Saat Kuralı”nı inceler. Bu kural, bir kişinin belirli bir beceri veya disiplinde ustalaşabilmesi için yaklaşık 10 bin saatlik bilinçli ve odaklanmış pratik yapması gerektiğini öne sürer. Psikolog K. Anders Ericsson’ın Berlin Müzik Akademisi’ndeki kemancılar üzerine yaptığı çalışma, en iyi performans gösteren “yıldız” kemancıların 20 yaşına geldiklerinde ortalama 10 bin saatlik pratik yaptıklarını göstermiştir.
Gladwell, modern çağın başarılı isimlerinden örnekler verir: Bill Joy (Sun Microsystems’in kurucu ortağı), Michigan Üniversitesi’nde öğrenciyken o dönem için devrim niteliğindeki bir bilgisayar sistemine neredeyse sınırsız erişim bulmuş ve binlerce saatini programlama yaparak geçirmiştir. Beatles, uluslararası şöhrete kavuşmadan önce Hamburg’daki gece kulüplerinde gecede sekiz saate varan performanslar sergilemiştir. Microsoft’un kurucusu Bill Gates, erken yaşta bilgisayar terminaline erişme şansını yakalamış ve programlama becerilerini binlerce saat boyunca geliştirmiştir.
Gladwell, zamanlamanın ve belirli bir tarihsel dönemde doğmuş olmanın önemini de vurgular. İnsanlık tarihindeki en zengin 75 kişiyi incelediğinde, Amerikalıların önemli bir bölümünün 19. yüzyılın ortalarında doğduğunu fark eder. Benzer şekilde, kişisel bilgisayar devriminin başlangıcı (1975) sırasında yaklaşık 20-21 yaşlarında olan (1954-1955 doğumlu) Bill Gates, Steve Jobs ve Eric Schmidt gibi isimler bu devrimden en çok yararlananlar arasındadır. Bu, başarının içinde bulunulan çağın ve koşulların sunduğu imkanlarla da yakından ilişkili olduğunu gösterir.
Bölüm 3 ve 4: Dehaların Sorunu, 1. ve 2. Bölüm — Zekanın Sınırları ve Pratik Zekanın Önemi
Gladwell, bu bağlantılı bölümlerde, deha kavramını ve zekanın başarıdaki rolünü eleştirel bir bakış açısıyla inceler. Olağanüstü yüksek bir IQ’nun tek başına başarıyı garanti etmediğini savunur. IQ’su 195 olan Christopher Langan’ın hayat hikayesini, psikolog Lewis Terman’ın “Termitler” olarak bilinen yüksek IQ’lu çocukları takip eden çalışmasıyla karşılaştırır.
Terman, IQ’nun başarı için en belirleyici faktör olduğuna inanıyordu. Ancak, “Termitler” yetişkinliğe ulaştığında, birçoğu sıradan kariyerlere sahip oldu, hatta bazıları “başarısız” olarak nitelendirilebilecek hayatlar sürdü. Gruptan hiçbir Nobel Ödülü sahibi çıkmadı. Hatta, gelecekte Nobel Ödülü kazanacak William Shockley ve Luis Alvarez, skorları yeterince yüksek bulunmadığı için bu gruba dahil edilmemişlerdi.
Bu bulgular ışığında Gladwell, IQ’nun başarı için bir “eşik” değeri olduğunu öne sürer. Belli bir zekâ düzeyine (yaklaşık 120 IQ) ulaştıktan sonra, daha yüksek IQ skorları gerçek dünyadaki başarı açısından anlamlı bir ek fayda sağlamaz. Basketbolda boy uzunluğu gibi: Belli bir boya ulaştıktan sonra, daha uzun olmak otomatik olarak daha iyi bir oyuncu olmak anlamına gelmez. IQ eşiği aşıldıktan sonra, yaratıcılık, iletişim becerileri ve özellikle Robert Sternberg’in “pratik zekâ” olarak adlandırdığı yetenek daha önemli hale gelir.
Pratik zekâ, “kime ne söyleyeceğini bilmek, bunu ne zaman söyleyeceğini bilmek ve maksimum etki için bunu nasıl söyleyeceğini bilmek” gibi sosyal ve durumsal farkındalık becerilerini içerir. Bu, analitik zekadan farklıdır ve genellikle aile ve sosyal çevre içinde öğrenilir. Sosyolog Annette Lareau’nun araştırmasına göre, farklı sosyoekonomik sınıflardan gelen çocukların yetiştirilme biçimleri bu becerileri etkiler: orta ve üst sınıf ailelerin benimsediği “iş birliği odaklı eğitim” ve daha yoksul ailelerde yaygın olan “doğal gelişimin başarısı”.
İş birliği odaklı eğitimle yetişen çocuklar, organize aktivitelere yönlendirilir, yetişkinlerle daha eşit düzeyde etkileşimde bulunur, sorgulama ve müzakere becerileri geliştirir. Carol Dweck’in “gelişim zihniyeti” ile bağlantılı olarak, bu çocuklar “hak sahibi olma” duygusu geliştirirler. Doğal gelişimin başarısı yaklaşımıyla yetişenler ise daha az yapılandırılmış bir çocukluk geçirir ve yetişkinlerle daha hiyerarşik bir ilişki kurarlar.
Langan’ın olağanüstü zekasına rağmen başarıyı yakalayamaması, yoksulluk içinde büyümesi ve pratik zekâ becerilerini geliştirememesiyle açıklanır. Buna karşılık, Manhattan Projesi’nin direktörü J. Robert Oppenheimer, varlıklı bir aileden gelmesi ve iş birliği odaklı eğitim alması sayesinde hem akademik hem de profesyonel hayatta daha başarılı olmuştur. Terman’ın çalışmasındaki en başarılı grup ile en az başarılı grup arasındaki temel fark da aile altyapısıydı. Bu, pratik zekanın ve “hak sahibi olma” duygusunun, sadece IQ’dan daha belirleyici olabileceğini teyit eder.
Bölüm 5: Joe Flom’dan Alınacak Üç Ders — Dezavantajların Beklenmedik Avantajlara Dönüşümü
Bu bölümde Gladwell, New York’un en büyük hukuk şirketlerinden birinin ortağı Joe Flom’un sıra dışı başarı hikayesini inceler. Flom, Büyük Buhran yıllarında yoksul bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğmuş, tüm zorluklara rağmen Harvard Hukuk Fakültesi’ne girmiş ve dünyanın en başarılı şirket avukatlarından biri olmuştur.
Birinci Ders: Musevi Olmanın Önemi. 20. yüzyılın ortalarında, New York’un prestijli hukuk şirketleri Yahudi avukatlara karşı ayrımcılık uyguluyordu. Bu büyük firmalar “saygın” alanlarda faaliyet gösterirken, davalara bakmak veya “düşmanca şirket devralmaları” gibi işler küçümsenen alanlardı. Bu durum, Yahudi avukatların bu geleneksel firmalarda iş bulamamalarına ve “beyaz ayakkabı” firmalarının yapmak istemediği işlere yönelmelerine neden oldu. Joe Flom, şirket devralmaları alanında uzmanlaştı. 1970’lerden itibaren, şirket birleşme ve devralmaları hukuk dünyasının en kazançlı alanlarından biri haline gelince, Flom ve benzer avukatlar bu yeni pazarın en aranan uzmanları oldular. Başlangıçta dezavantaj gibi görünen etnik köken, zamanla muazzam bir avantaja dönüştü.
İkinci Ders: Demografik Şans. Gladwell, bireylerin doğduğu zaman diliminin kariyer yörüngeleri üzerindeki etkisini Maurice Janklow ve oğlu Mort Janklow örnekleriyle gösterir. Baba Maurice, kariyerinin büyük bölümünü Büyük Buhran’ın gölgesinde geçirmiş ve potansiyelini gerçekleştirememiştir. Oğlu Mort ise, 1930’lardaki “nüfus azalması” döneminde doğmuş olmanın avantajlarından yararlanmıştır. Bu kuşak, daha az kalabalık sınıflarda okumuş ve iş piyasasına girdiklerinde daha az rekabetle karşılaşmıştır. Joe Flom da kariyerinin en parlak dönemini, şirket devralmalarının altın çağı olan 1970’ler ve 1980’lerde yaşamıştır.
Üçüncü Ders: Giyim Sektörü ve Anlamlı İşler. Gladwell, Doğu Avrupa’dan New York’a göç eden Yahudi ailelerin giyim sektöründeki deneyiminin, sonraki nesillerin profesyonel başarısı için önemli bir kültürel miras oluşturduğunu anlatır. Giyim sektöründeki çalışma, “anlamlı iş”in üç temel özelliğini barındırıyordu: otonomi (kendi kararlarını verebilme), karmaşıklık (zihinsel ve yaratıcı beceriler gerektirmesi) ve çaba ile ödül arasında doğrudan bir ilişki. Bu göçmenler, girişimcilik, pazarlık ve problem çözme gibi değerli beceriler edinmişlerdir. Bu çalışma etiği ve pratik zeka, çocuklarına da aktarılmış ve onların profesyonel alanlarda başarılı olmaları için zemin hazırlamıştır.
İKİNCİ KISIM: MİRAS
Bölüm 6: Kentucky, Harlan — Onur Kültürünün Kalıcı Etkisi
Gladwell, bu bölümde 19. yüzyılda Amerika’nın Appalaş Dağları bölgesindeki şiddetli kan davalarını analiz ederek “onur kültürü” kavramını tanıtır. Onur kültürleri, hayvancılıkla geçinen, merkezi otoritenin zayıf olduğu bölgelerde kök salar. Bu kültürlerde, bireyin itibarı ve şerefi her şeyden önemlidir. En ufak bir hakaret bile şiddetle karşılık bulur.
Appalaşlar’a ilk yerleşen göçmenlerin çoğu, zaten güçlü bir onur kültürüne sahip olan Britanya Adaları’nın sınır bölgelerinden geliyordu. Bu İskoç-İrlanda kökenli göçmenler, Eski Dünya’dan getirdikleri onur kültürünü Amerika’da da yaşattılar.
Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir deney, güneyli öğrencilerin provokasyona, kuzeyli öğrencilere kıyasla çok daha agresif tepkiler verdiğini göstermiştir. Bu, onur kültürünün, aradan geçen yüzyıllara rağmen, bireylerin davranışlarını hala etkileyebildiğini ortaya koyar. Kültürel miraslar, sadece geçmişin kalıntıları değil, bugünkü kimliğimizin ve eylemlerimizin de şekillendiricisidir.
Bölüm 7: Uçak Kazalarına İlişkin Etnik Kuram — İletişim Tarzları ve Güç Mesafesinin Rolü
Gladwell, 1980’ler ve 1990’lar boyunca Kore Havayolları’nın yüksek uçak kazası oranlarını, kültürel mirasın modern bir alandaki etkilerini göstermek için inceler. Bu kazaların temel nedenlerinden biri, Kore kültürünün özelliklerinden kaynaklanan iletişim sorunlarıydı. Gladwell, Geert Hofstede’nin “Güç Mesafesi Endeksi”ne başvurur.
Güç Mesafesi Endeksi, bireylerin gücün eşitsiz dağılımını ne ölçüde kabul ettiğini ifade eder. Yüksek güç mesafesine sahip kültürlerde (Kore gibi), astların üstleriyle açık ve doğrudan iletişim kurması zordur. Düşük güç mesafesine sahip kültürlerde ise (ABD gibi), iletişim daha eşitlikçidir.
Bir uçağın kokpitinde, özellikle acil durumlarda, etkili iletişim hayati önem taşır. Ancak, yüksek güç mesafesi kültüründen gelen pilotların bulunduğu kokpitte, yardımcı pilot veya uçuş mühendisi, kaptan pilotun bir hata yaptığını düşündüklerinde bile, bu düşüncelerini net bir şekilde ifade edemeyebilirler. Bunun yerine, “yumuşatılmış anlatım” kullanırlar.
Gladwell, Avianca Havayolları’nın 1990’da New York’ta yakıtı biterek düşen uçağı ve Kore Havayolları’nın 1997’de Guam’da bir tepeye çarpan uçağını inceler. Her iki kazada da yardımcı pilotlar durumun ciddiyetini kaptan pilotlara etkili bir şekilde aktaramamışlardır.
Kore Havayolları, bu sorunlar sonrası kokpitte resmi dil olarak İngilizce’yi benimsemiş ve Mürettebat Kaynağı Yönetimi eğitimleriyle açık iletişim kültürü geliştirmeye çalışmıştır. Bu reformlar sayesinde, güvenlik sicili önemli ölçüde iyileşmiştir.
Bölüm 8: Çeltik Tarlaları ve Matematik Testleri — Çalışma Etiği ve Dilin Matematiksel Başarıya Etkisi
Bu bölümde Gladwell, Asyalı öğrencilerin matematik ve fen sınavlarındaki üstünlüğünün ardındaki kültürel faktörleri araştırır. Asya dillerinin sayı sistemleri, Batı dillerine kıyasla önemli avantajlara sahiptir: daha kısa, mantıksal ve düzenli. Bu dilsel yapı, Asyalı çocukların sayıları daha hızlı öğrenmelerine ve temel aritmetik işlemlerini daha kolay kavramalarına yardımcı olur.
Ancak asıl neden, pirinç tarımının binlerce yıldır şekillendirdiği kültürel mirastır. Geleneksel sulu pirinç tarımı son derece emek yoğun, karmaşık ve beceri odaklı bir faaliyettir. Pirinç çiftçileri yılda yaklaşık üç bin saat çalışarak, toprağın hazırlanması, sulama sistemlerinin yönetilmesi, fidelerin ekilmesi gibi işlemleri büyük bir dikkat ve özenle yaparlar.
Pirinç tarımı, çalışanlarına “anlamlı iş” yapma imkânı sunar: otonomi, karmaşıklık ve çaba ile ödül arasında doğrudan bir ilişki. Bu koşullar altında şekillenen Çin köylü atasözleri, sıkı çalışmanın ve azmin önemini vurgular.
Matematikte başarılı olmak için gereken zihinsel tutum da benzer özellikler gerektirir. Psikolog Alan Schoenfeld’in deneyi, bir öğrencinin karmaşık bir matematik problemini çözmek için 22 dakika boyunca sebatla çalışmasını gösterir. Schoenfeld’e göre matematikte başarının anahtarı yetenekten çok, sabır ve çalışma istekliliğidir.
TIMSS sınavlarında, öğrencilerin sınav sonundaki uzun anketi tamamlama isteklilikleri ile matematik puanları arasında güçlü bir korelasyon vardır. Anketi sonuna kadar yanıtlayan ülkelerin öğrencileri (Singapur, Güney Kore, Çin, Japonya), aynı zamanda matematikte en yüksek puanları alanlardır. Bu ülkelerin hepsi, pirinç tarımı kültürünün izlerini taşıyan toplumlardır.
Bölüm 9: Marita’nın Pazarlığı — Fırsat Eşitliği ve Kültürel Mirasın Zorluklarını Aşmak
Bu bölümde Gladwell, Amerika’daki eğitim eşitsizliği sorununa ve dezavantajlı öğrencilerin potansiyellerini gerçekleştirmelerine yardımcı olabilecek yaklaşımlara odaklanır. New York’un Güney Bronx bölgesinde kurulan KIPP Akademisi’ni inceler.
KIPP modelinin başarısının temelinde, öğrencilere çok daha fazla eğitim zamanı sunulması yatar. KIPP öğrencileri, uzun okul günlerine, Cumartesi derslerine ve yaz programlarına katılırlar. Bu, geleneksel devlet okullarındaki akranlarına göre %50-60 daha fazla öğrenme zamanı demektir. Bu yaklaşım, sosyolog Karl Alexander’ın araştırmasıyla örtüşür: düşük ve yüksek gelirli öğrenciler arasındaki akademik başarı farkı büyük ölçüde yaz tatili dönemlerinde ortaya çıkar. Zengin ailelerin çocukları yaz aylarında çeşitli öğrenme fırsatlarından yararlanırken, yoksul ailelerin çocukları bu imkanlardan mahrum kalır.
KIPP, “SSLANT” gibi davranış protokolleriyle disiplinli bir öğrenme ortamı yaratır ve çalışma etiği, azim ve sebat gibi değerleri aşılar. Bu, Carol Dweck’in “gelişim zihniyeti” ile uyumludur; kişi uzun vadeli başarı için yetenekten çok azim ve öğrenmeye açık olmalıdır.
KIPP örneği, başarının sadece bireysel yeteneklere değil, aynı zamanda sunulan fırsatlara ve bu fırsatları değerlendirmek için gösterilen çabaya bağlı olduğunu gösterir. Dezavantajlı çocuklara, orta ve üst sınıf çocuklarının sahip olduğu türden yoğun bir öğrenme ortamı sunarak, kültürel mirasın getirdiği zorlukları aşmalarına yardımcı olur.
Sonsöz: Bir Jamaika Hikayesi — Mirasın Karmaşıklığı, Fırsatların Değeri ve Başarının Evrensel Dersleri
Malcolm Gladwell, kitabını kendi aile köklerinin ve annesinin Jamaika’dan başlayıp İngiltere ve Kanada’ya uzanan yaşam öyküsünün incelemesiyle sonlandırır. Bu kişisel anlatı, kitabın ana temalarını bir araya getirir: kültürel mirasın gücü, fırsatların rolü, şansın ve zamanlamanın önemi.
Gladwell’in annesi Joyce ve ikiz kardeşi Faith, 1930’larda Jamaika’da dünyaya gelirler. 1930’ların ortalarında İngiliz tarihçi W. M. MacMillan’ın Jamaika’daki eğitim sistemi üzerine yaptığı eleştirel rapor ve 1937’deki toplumsal ayaklanmalar, Britanya hükümetini sömürgelerdeki eğitim politikalarını gözden geçirmeye iter. Gladwell’in annesi ve teyzesi, bu yeni burs programlarından yararlanarak daha iyi bir eğitim alma şansını yakalarlar.
Gladwell, büyükannesi Daisy Nation’ın kızlarının eğitimi için gösterdiği olağanüstü azmi vurgular. Daisy, kızlarının potansiyeline inanmış ve onların daha iyi bir geleceğe sahip olmaları için her türlü zorluğa göğüs germiştir.
Aile hikayesinin derinlerinde, Jamaika’nın karmaşık ırksal yapısının rolünü inceler. Büyük büyük büyük büyükbabası William Ford, İrlandalı bir plantasyon sahibidir ve bir köle kadınla bir ilişkisi olmuştur. Bu ilişkiden doğan melez çocukları, Jamaika’da belirli ayrıcalıklara sahip olmuşlardır. Bu “ten rengi ayrıcalığı”, ailesinin sonraki nesillerinin sosyal ve ekonomik olarak yükselmesinde önemli bir faktör olmuştur.
Gladwell, kendi ailesinin hikayesini, kitabın genel argümanını pekiştirmek için kullanır: Başarı, asla sadece bireysel bir zafer değildir. “Çizginin dışındakiler” olarak gördüğümüz insanlar, aslında o kadar da çizginin dışında değillerdir; onlar, tarihin, toplumun ve özel koşulların sunduğu avantajlardan yararlanmışlardır.
Kitap, güçlü bir umut ve eylem çağrısıyla sona erer. Eğer başarı bu kadar çok dışsal faktöre bağlıysa ve eğer bu faktörler anlaşılabilir ve değiştirilebilirse, o zaman daha fazla insanın başarılı olması için daha adil ve destekleyici bir dünya yaratmak mümkündür. Gladwell, toplum olarak, bireylerin potansiyellerini gerçekleştirmelerini engelleyen keyfi avantajları ve şanslı farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmamız gerektiğini savunur. “Outliers”, sadece başarının doğasını anlamakla kalmayıp, aynı zamanda daha fazla başarı hikayesi yaratmak için neler yapabileceğimiz konusunda da derin düşüncelere sevk eden bir eserdir.
Okan Çilingiroğlu
Katılımcılarımızın Kitap Hakkındaki Değerlendirmeleri:
Moderatör İlker Aksoy tarafından yönetilen değerlendirme safhası “Farklıyız, özgünüz, özeliz, biz böyle güzeliz.” mottomuzla başlatıldı. Bu bölümde sırası ile;
a. Elif Tuğrul:
“Ben geri bildirim konusunu çok önemsedim. Uçak kazası örneğinde yazar güç mesafesi değinmiş. Güç mesafesinden dolayı insanlar kendi fikirlerini beyan edemiyordu…Bunu yönetici koçluğunda ya da ekiplerle çalışırken kullanabiliriz. Güç mesafesi ve iletişimi kuramamak uçak kazasına sebep oldu. Bunun iş yerinde de olabileceğini düşünüyorum. Çalışanlar yumuşatılmış geri bildirimlerle ve güç mesafesinden dolayı iletişim kazalarını da ekleyince karşı tarafa mesajı aktaramıyorlar. Kitapta bazı yerlerde yansıtmayı yakaladım. Ben ne dedim diğerleri ne duydu ne anladı pek çok yerde tekrar etmiş.” dedi. Buna moderatör;
“Güç mesafesi çok orijinal bir konu, orayı çok iyi yakalamışsın sayfa 150‘de bu konu epey detaylıca anlatılıyor. Yansıtma ile ilgili kitapta Kolombiyalı pilotla New York’taki kulenin konuşması ve birbirlerini anlamama yani mesajda yumuşatma durumu da var. İletişim çok orijinal bir konu Elif hocam teşekkür ediyorum bu katkı için.” şeklinde cevap verdi.
b. Ezgi Girgin:
“Öncelikle kitapta çok kıymetli şeyler var. Gerçekten eserde adı geçenler için çizginin dışındakiler denebilir. Çünkü çok çalışmak üzerine bir şeyler anlatılır burada onun dışarısına insanı sürükleyen bir anlatım var. Çok çalışmakla beraber çevresel faktörlerin, ailelerin, çevrenin, fırsatların etkisine yazar atıfta bulunuyor. Baktığınızda çok yetenekli insanlar var ama bir şekilde o çevreyi yaratamadığı, kurgulayamadığı için hakkettiği noktaya gelemiyor ya da ilerleyemiyor. Kitap bu durumu çok net bize aktarıyor: Bütün bunlara rağmen bütün bu çevresel negatif faktörlere rağmen yine de şanssız değilseniz buradan bu çizginin dışına bir çıkış noktanız var… 10.000 saat kuralıyla bunu aşacaksınız. Bununla birlikte azim ve tutkuyla çalışmak ile doğru anlam ve motivasyonu kendine yükler ve bununla devam edersen yine de başarabilirsin yani kaderine teslim olma, kendine çizilen sınırları aşabilmen için biraz haddini aşman gerekiyor diyor. Nerede ve hangi şartlar altında olursak olalım o çizgiyi aşmanın o azim ve tutkuyla kişinin başarabileceğini de anlatan bir eser. Gerçek başarının sadece ne yaptığınla ilgili değil nerede, ne zaman, kiminle birlikte olduğunu da çok güzel anlatan bir kitap… O yüzden biz koçlukta ne diyoruz? Koçluk yapın… Sürekli yapıldığında ve tekrarlandığında bir de koçluk alınması durumunda her şey hızla ilerlemeye başlıyor. Bir de koç mentorluğu desteği alınınca hızla yol alabiliyoruz. İyi bir koç koç olmak istiyorsan koç mentorluğu alacaksın! Bu sayede network’unda oluşmaya başlıyor.” dedi. Buna moderatör;
“Ezgi hocam teşekkür ederim. Kitapta sayfa 34’teki bölümün sonununu yazar çok net üç maddeyle bitirmiş. Tutku, yetenek ve çok çalışma… Ben ona bir de dördüncüyü ekledim. Seçim kriterine en uygun zamanda doğmak. Bu durum biraz da rahatsız etti beni, yani bir insanın doğduğu tarih kaderini etkiliyor mu? Evet etkiliyor. Birazda bunun üzerine kafa yorunca bazı aydınlanmalar yakaladım. Ezgi Girgin çok güzel yerleri tespit etti. 10.000 saatte bir duralım… 10.000 saatte kitap neyin üzerinde çok duruyor: tekrar, tekrar, tekrar! Yazar ısrarla tekrar etmenin önemini vurguluyor. Şimdi tekrar kıymetli bir şey ama bilinçli tekrar daha da önemli. Koç mentorluğunu ne güzel yakaladın. Koç mentoru ile çalışmak koça iyi geliyor. Onu hızlandırıyor. Ağustos ayında inceleyeceğimiz kitabımızın da biraz önden reklam yapayım. DRIVE… Özerklik, ustalık ve yaşam amacı bu kitapta sıklıkla geçecek. Bir sonraki kitabımız İKİGAİ’de yaşam amacını ele alacağız. Usta olabilmek için 10.000 saat kuralına bu kitaplar da atıfta bulunuyor. Arada ustalardan destek almak gerekiyor… Yani iyi bir koç olabilmek için bolca tekrar yapmamız lazım ama bilinçli tekrar için koç mentoru desteği almamız lazım. Ezgi bunları söylememe vesile olduğun için teşekkür ederim. Ayrıca network ’ü de iyi tespit ettin. Tebrikler.” şeklinde cevap verdi.
c. Ebru:
“Merhabalar, bugün tesadüf eseri Özgür arkadaşımın vesilesiyle toplantıdan haberdar oldum. Mentorluk işine merak sarmadan yıllar önce okuduğum bir kitaptı bu… O günden beri bende iz bırakmış durumda: Koçluk bakış açısıyla bakmadığım bir dönemde okuduğum için biraz yüzeysel kalmışım. Ben de bıraktıklarından bir cümleyle bahsetmek isterim. Amerikan hokeyindeki seçmelerde doğum tarihi Ağustos olan öğrenciler üzerinde gelişimine bağlı olarak başarısını etkisi olsun, sanayi devrimi uygun koşullarda az sayıda öğrenci olmanın getirdiği şanslar olsun, doğru zamanda doğru yerde olmanın ne kadar önemli olduğu çok dikkatimi çekmişti. Ortamdaki seçeneklerimizi tercihlerimizi yaparken bazen koşullar getirisi götürüsü önem kazanıyor. Bunları paylaşmak isterim.” dedi. Buna moderatör;
“Doğru zamanda doğru yerde olmak çok orijinal bir şey. Şans faktörüne dikkat çekmek istiyorum. Şans hazırlık yapmayınca olmuyor hatta başarıyı yazar formülize etmiş sayfa 37’de. yetenek+hazırlık =başarı demiş. Kısaca hazırlık yoksa başarı olmuyor. Fırsat kavramı koçlukta kişisel SWOT aracında çok çalıştığımız bir konudur ama fırsat geldiği zaman hazırlığınız yoksa geçmiş olsun. Bu doğru zamanda doğru yerde olmayı kestiremeyeceğimiz için biraz bulutlu kalıyor. Şunu çok net bir şekilde gözlemleyebiliyorum son beş yılda iki tane hayatımızı etkileyen olay oldu Türkiye’de… Birincisi pandemi. Bu sayede uzaktan görüntülü görüşme platformlarını kullanmaya başladık. Bu zorlayıcı tecrübemiz olmasaydı, bu kadar nezih ve değerli insanı bizim bir araya getirmemiz bu akşam saatinde çok zor olacaktı. Pandeminin getirdiği rüzgarla online toplantı düzenleme işi hızlı yol aldı. İkincisi ülkemizde has bir durum: Emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili kanunun çıkması ve kurumsalda çok fazla birikimi olan bir grup arkadaşımızın erken emekli olması. Erken emekli olan ve hâlâ üretimde kalmak isteyen EYT’liler koçluğa ve mentorluğa yöneldiler. Bunların hepsini birleştirdiğimizde şu an koçluk için iyi bir dönemdeyiz diye düşünüyorum. Kitaba bakarsak bir fırsat ortaya çıkmıştır elbette kullanabilirsek. Teşekkür ediyorum Ebru hocam.” şeklinde cevap verdi.
d. Esra Buluşan:
“Selamlar, Sosyal ekonomik segmentin eğitimle ve başarıyla ilgili korelasyonun olduğu bir bölüm vardı. Kitabın basım yılı oldukça eski, o günden bugüne çok şey değişti. Bilgiye ulaşmak, globalleşme ile çok daha farklı bir boyut aldı. Fakat yaz döneminin bir etkisi oluyor. Daha alt gelir grubunda olan insanların yazı çalışarak geçirdiği, öte yandan yüksek segmenttekilerin kendilerini geliştiren farklı aktivitelerde yer alması durumuna dem vuruyorum. Koçlukla burayı bağdaştırıyorum. Biz koçlukta danışanın kendi potansiyelinin farkına varması, içsel kaynaklarına ulaşması ve bunları da açığa çıkarması şeklinde ifade ediyoruz. Bu kıymetli bir şey ama bunu yaparken, içinde bulunduğu dış dünyanın da etki alanın dışında mutlaka bir katkısı bulunuyor. O yüzden bu bölüm kitapta dikkatimi çekti. Burası yeni dünyayla biraz değişkenlik gösteriyor olabilir. Bilgiye ulaşma noktası değiştiği için potansiyeli kullanmak, iç kaynakların kullanımıyla pratik yapmak doğru zamanda doğru yerde olmanın da getirdiği bir şey var. O yüzden de koçluk yaparken biz nötürüz…Evet koçluk duruşumuz var ama bir taraftan da o sorularımızı sorarken de kişinin farkına varması için o andaki dış kaynakların nelerdi diye bir soruyla belki destekleyebiliriz diye düşündüm… Sinan Canan’ın söylediği bir cümle var: ‘Eyleme dönmeyen farkındalık pişmanlıktır.’ Buradaki farkındalıklar ya da potansiyelin ortaya çıkması ya da şansların fırsatların bir şekilde fark edilmesi ama eyleme dönmemesi… Neticede birtakım pişmanlıklara sebebiyet verebilir diye düşündürttü bana.” dedi. Buna moderatör;
“Hocam sağolun kitabımız ne güzel düşündürtmüş sizi teşekkür ediyoruz katılımınız için. Ekonomik sistemin artık çok ciddi oranda sıfırlandığı günümüzde globalden aklıma direkt Han Akademi geldi. Dezavantajlı gruplarla doğuştan şanslı grupları eşitlemesi açısından… Sayfa 97 ile 105 arasında John’un hikayesini anlatıyor kitap. Buna ilaveten Bill Gates’in hikayesi de ilginç: Amerika’da sayılı bilgisayar olan bir okulda okuyabilmek büyük şans. Bill Gates emsallerine göre sahip olduğu avantajı iyi kullanmış bugüne tesadüfen gelmemiş.” şeklinde cevap verdi.
e. Elif Tuğrul:
“Fırsatları konuşurken okulda bilgisayar vardı ama sabaha kadar gidip orada çalışıyor olması çok önemli.Özetle azim demek istiyorum. Doğum yılını seçemiyorsun, ayı seçemiyorsun, çevreni seçemiyorsun, ailenin maddi durumunu seçemiyorsun…Bunu koçlukta nasıl kullanırım diye düşündüm. Emsallerine göre eşit çalışıyorsun ama farklı sonuçlar alıyorsun. O farkın farklılığın anlatımı olabilir diye düşündüm. Umut Hocam da söylemişti: bir olumsuzluk mutsuzluk yapmaz ama üç olumsuzluk birleştiğinde mutsuzluk yapar… Mutluluğun formülünü de bunu söylemiştim hatalarda birleştikçe kötü sonuçlar oluşturuyor ve buraya dikkat çekmek istedim, teşekkür ederim.” dedi. Buna moderatör;
Umut Hoca’nın Bir Yaşam Ustalığı – Mutluluk kitabında bu kısım ‘dağda kaza olmaz, hatalar silsilesi kazaya sebep olur’ şeklinde geçiyor. Üç hata bir kaza yapar dağda Nasuh Mahruki’nin örneğiydi.” şeklinde cevap verdi.
f. Şenol Kaptan:
“Merhaba arkadaşlar tekrar iyi akşamlar. Bu kitapta dikkatimi çeken birkaç şey var. Bunlardan ilki kitabı genel olarak algısal olarak okuduğumuz zaman aslında bizim vermek istediğimiz koçlukta yaratmak istediğimiz faydaya ya da liderlik eğitimlerde yaratmak istediğimiz faydaya biraz aykırı yani hayatın biraz şanslarla ancak mümkün olabildiğini telaffuz ediyormuş gibi gözüküyor. Kitapta bunu nasıl okuduğumuz önemli, nasıl algıladığımız çok önemli. İçindeki vermiş olduğu güçlü mesajları kaçırırsak buradaki hikayelere odaklanırsak gerçekten de hayatın şanslarla ancak yüksek başarılar elde etmenin mümkün olacağı gibi bir sonuç çıkartmak mümkün. Biz benzer bir şey yapıyoruz. Bazen liderlik ve yöneticilik eğitimlerinde, dünyaya nam salmış çok büyük karakterlerden örnekler vermemeye çalışıyoruz. Benim Atatürk’ün hayatı ve yaptıklarıyla ilgili çok iyi bir alt yapım var ama eğitimlerimde kullanmamaya çalışıyorum. Çünkü bizim yaptıklarımız o kadar ufak ki, böyle bir yetenek böyle bir güç diyorsun yani kişi; liderliği onun üzerinden duyunca ben lider olamam demeye başlıyor. O yüzden eğitimlerde verdiğimiz örnekleri çok dikkatli seçmek gerekiyor. Einstein’dan vermek istediğim örnekleri çok sınırlı tutuyorum. Burada bu kitaba nasıl baktığımız kıymetli. Bakıyorsun insanlar o gün doğdukları için böyle oldu, o dönemde böyle bir fırsat doğdu sonucunda bu çıktılar oldu gibi bir anlam da çıkıyor. Bu bakış açısı yazarın arka tarafta vermiş olduğu güçlü anlamdan da bizi uzaklaştırıyor. Az evvel Esra çok güzel vurguladı: Hani bilgiye ulaşmanın zor olduğu, fırsat eşitsizliğinin gerçekten de olduğunu düşündüğümüz bir dönemin hikayeleri ile bugünü aynı kefede tutmak pek doğru değil. Bugün bambaşka bir dünyanın içerisinde yaşıyoruz. Bu algıyı bir defa içselleştirebilmemiz önemli. Belki bu kitabı tavsiye ederken de eğitimlerimizde ya da koçluklarımız da bunu biraz vurgulamak önemli olacak. Bu kitabın sizi biraz Karpman Drama Üçgeni’ne sizi çekme ihtimalinin olduğundan bahsetmekte kıymetli olabilir diye düşünüyorum. Bir sürü kavrama değinmiş: Demografik şans demiş, kültürel miras demiş, üstün zekalıların şansı demiş … Onun haricinde yazarın çok önemli mesajları var. Bence şans hazırlıkla fırsatın karşılaştığı köşe başıdır. Sanki burada çok güçlü vurguluyoruz. Hani 10.000 saat pratikte yetenek var mı şimdi çalışıyor musun arkasından deneyimleme çalışarak insanın kendini geliştirmesi ve güçlenmesi çok önemli olduğunu bir defa örnek olay ama bu nazarınızdan kaçmasın. Aman dikkat dediğim bir nokta var. Kant’ın da çok güçlü bir şekilde vurguladığı bir kavram vardır pratik akıl ve teorik akıl diye. Bu eyleme geçme, deneme içinde olma yani girişimcilik gibi düşünelim. Girişim olayın içerisinde olmanın müdahil olmanın tarafı çok mühim. Dışında kalarak sadece bilgi depolamak yani kütüphanenin çok zengin ama eyleme geçmişin yani o zaman senden bir çıktıyı biz sunamıyoruz. IQ ne olursa olsun bunun pozitif bir anlamda orada bir o pratik akılın çok kıymetli bir şey olduğunu vurguluyor. Kitap bundan pratik zeka olarak burada bahsediyor ama Kant’ın buna denk gelen bakış açısı pratik akıldır. Aklı bu şekilde tarif ediyor, birde üstünde duruyor. Benzer şeyi Einstein’a yapıyor. Einstein’a diyor ki zeka oyunlanabilme becerisidir. Sadece algılama becerisi olarak bakmıyor zekaya. Yani eyleme geç, uyumlan, harekete geç, diğerleriyle bütünleş, olması gerekeni tarif et, yap ve büyüt diyor. O açıdan bize çok net bir mesajı var kitabın… Bunu bizim koçlukta kullanabileceğimiz bence en kritik yerlerden birinin bu pratik akıl kavramı olduğunu düşünüyorum. Birazda sessizlik konusuna da girmek istiyorum. Uçak kazası olayındaki sessizliği ben çok tehlikeli buluyorum dostlar. Sessizliğin insanın kendisini dinlemesi için önemli bir ihtiyaç olduğunun farkındayım. Ailede bunu bilinçli yapıyor olmak ayrı ama susmaya başlamanın yani insan için de çok tehlikeli, toplum içinde çok tehlikeli bir unsur olduğunu düşünüyorum. Eğer yöneticilerime eğitimlerde çok söylüyorum, eğer etrafta bir sessizlik varsa ya da çevreniz sessizleşiyorsa insanlar muhtemelen seninle konuşamıyorlar. Paylaşmakta zorlanıyorlar. Aynısına ebeveyn ve çocuk ilişkisinde de dikkat çekiyorum, mümkün olduğunca her yerde eğer evde çocukların anne babalarına karşı sessizliği başladıysa, çocuklar anne babalarıyla konuşamamaya başladıysa, paylaşamamaya başlamış olmanın sinyallerini veriyor demektir. Doğal olarak bu sessizliğinin arkasındaki ihtiyacı başka alanlarda kullanmayı tercih edeceklerdir. Başka alanlarda paylaşmayı konuşmayı tercih edeceklerdir. Bu konu güç mesafesinin devreye girmiş olduğu gösterir ve vermiş olduğu bu sinyali lütfen hayatımıza da bir bakarak değerlendirelim derim. Bir yerde sessizlik varsa bu her şeyin normal olduğu anlamına gelmez. Orada bazı alarmlar çalmaya başlamış olabilir. Aman buraya dikkat edelim. Hepinize teşekkür ederim.” dedi.
g. Seda Şen
“10.000 saat konusunu gençlere koçluk yaparken özellikle kariyer koçluğunda paylaşmak iyi olur diye düşünüyorum. Onun dışında hava yollarında iletişim konusunda kurum kültürünün getirdiği iletişim hatalarının bedelini fark edebiliyoruz.” dedi.
h. Ezgi Tali
“Bu kitap benim gerçekten kendi içsel dünyamdaki kurduğum çizgilerin dışına nasıl çıkabileceğimi üzerine sorgulamamı sağladı. Bu süreçte Şenol hocamı çok andım. Çünkü ben bir çizginin içerisindeydim ve Şenol hocamın koçluk sürecine ve Step Up ekibine girmemde, etkisi oldu. Beni o çizginin dışarısına çıkardı ve gerçekten yapabileceğimi bana inandırdı. O yüzden kitapta; çevresel koşullar, doğduğun yer, zaman içinde yetiştiğin kültür ve fırsatlar çok büyük rol oynar. O yüzden desteği için teşekkür ediyorum. Kitapta şunu savunuyordu: Kariyer yolculuğunda başarılı insanlar sadece farklı değil, aynı zamanda özgün koşullarda yetişmiş kişiler olduğuna dikkat çekiyordu. Ben de sürekli kendime şu soruyu soruyorum: Acaba beni şekillendiren aile, kültür, okul geçmişim bana hangi kapıları açıyor? Şu anda farkında olmadığım hangi fırsatlar benim önüme seriliyor? diye düşünmeme vesile oldu. Bu beni koçluğa be ve mentorluğa bağladı. Bu sorular bir koç olarak güçlü sorular havuzuma yerleştirdiğim sorular oldu. Çünkü Step Up’da gerçekleştirdiğimiz başarıyı tek başıma değil hep beraber gerçekleştirdik. Beraber üreterek hep beraber daha iyi nasıl yapabiliriz üzerine konuştuğumuz ve bu platformda çalıştığımız bir ekibiz. Ben orada hep şey düşündüm, biz koçlar ve koç mentorları olarak aslında danışanlarımızın çizginin dışındaki potansiyellerini fark etmelerine yardımcı oluyoruz. Bu çok kıymetli çünkü bir genç olarak umut kısmı bende bir koç ve mentor olarak her zaman ateşleyici etki yapıyor. Ben de bu kitapla bir genç olarak hep şunu söz veriyorum ki, her zaman bir Step Up ekibi yöneticisi olarak veya bir koç daha fazla insana ulaşmak için daha fazla öğrenciyi o çizginin dışarısına çıkarmak için çalışacağım. Benim için bu kısım çok kıymetli, o yüzden ben de kitap çok güzel bir etki bıraktı.” dedi.
Fihrist:
Moderatörümüz tarafından toplantıyı yönetmek için hazırlanan fihristi, kitaptaki ana olayları, kavramları, özlü sözleri ve kitapta geçtiği sayfayı, koçluklarınızda atıfta bulmanızı kolaylaştırmak amacıyla sizlerle paylaşıyoruz:

Bir sonraki toplantı duyurumuz:
Sıradaki toplantımızı 25 Haziran 2025 Çarşamba günü saat 20.00-21.30 arasında gerçekleştireceğiz. Bu toplantımızda Hector Garcia ve Francesc Miralles’in İKİGAİ kitabını inceleyeceğiz.
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…
Bir yanıt yazın