“Ikigai – Hector Garcia” Bülteni

İkigai Kitap Kulübü Bülteni

“Ikigai – Hector Garcia” Bülteni

Değerli Step Up Kitap Kulübü üyemiz merhaba, 

Kitap Kulübümüz bünyesinde incelediğimiz kitaplarımız hakkındaki görüş ve değerlendirmelerimizi paylaştığımız bültenimizin 10. sayısını sizlere sunuyoruz. 25 Haziran Çarşamba günü online olarak gerçekleştirdiğimiz kitap kulübü toplantısına 36 kitap dostumuz katıldı. Bu toplantımızda Hector Garcia ve Francesc Miralles’in kaleme aldığı İkigai kitabının üzerimizde bıraktığı etkileri birlikte değerlendirdik.

Açılışımız moderatör M. İlker Aksoy tarafından yapıldı.

Aksoy, İkigai kavramının yalnızca bireysel bir felsefe değil; koçluk süreçlerinde danışanın yaşam amacına temas etmede güçlü bir araç olabileceğini vurguladı. Uzun ömürle anlam arayışı arasındaki bağlara değindi ve Japon kültüründeki “akış” hali ile koçlukta “anda olmak” becerisi arasında kurduğu ilişkiyle oturumu başlattı.

1. Yakın Dönemdeki Gelişmelerin Değerlendirilmesi:

Yaz dönemi koçlukta; koç’un içe döndüğü ve kendini beslediği zamandır. Azalan görüşme sayılarına bağlı olarak koçlarımızın tatil yapmasını ya da kitap okuyarak, çeşitli öğretici videolar izleyerek veya podcast’ler  dinleyerek kendini geliştirmesini önemsiyoruz. Bu dönem Koçluk akreditasyon sınavlarına hazırlık yapmak açısında bir fırsat olabilir diye değerlendiriyoruz.

2. Kitap Kulübümüzün Amacı: 

  • Birbirimizden öğrenmek,
  • Aynı kitabı farklı gözle değerlendirmek, 
  • Network oluşturmak,
  • ICF 16 no’lu etik kuralını yaşamak ve yaşatmak

“Bir ICF profesyoneli olarak ben sürekli kişisel mesleki ve etik gelişim yoluyla mükemmelliğe ulaşmayı taahhüt ederim.”

  • ICF Temel Yetkinlik 2.2 kuralını içselleştirmek

(AC’nin yaklaşımı da benzer şekildedir)

“Bir koç olarak sürekli öğrenme ve gelişimini devam ettirir.”

  • ICF’in 2 numaralı temel değerleri olan işbirliğini hep beraber yaşamak

3. Kitap Özeti:

Moderatörümüz tarafından yapılan kitap özetini paylaşıyoruz:

“İkigai”, Japonca’da “yaşam amacı” ya da “sabah kalkma nedenimiz” anlamına gelir. Hector Garcia ve Francesc Miralles’in ortak eseri olan bu kitap, Japonya’nın Okinawa adasındaki uzun ömürlü bireylerin yaşam felsefesinden esinlenerek, okuyuculara kendi yaşam amacını bulma konusunda rehberlik eder.

Kitap, uzun ve sağlıklı bir yaşamın sırlarını anlatırken özellikle mavi kuşak bölgeler üzerinde durur: Okinawa (Japonya), Sardunya (İtalya), Loma Linda (ABD), Nicoya (Kosta Rika) ve Ikaria (Yunanistan). Bu bölgelerde yaşayan insanların ortak özellikleri arasında güçlü topluluk bağları, fiziksel olarak aktif bir yaşam tarzı, anlamlı sosyal roller, dengeli beslenme ve aktif zihinsel yaşam öne çıkar.

İkigai kavramı dört ana bileşenin kesişiminde bulunur:

1. Sevdiğiniz şeyler (Tutku)

2. İyi olduğunuz şeyler (Ustalık)

3. İnsanların ihtiyacı olan şeyler (Anlam)

4. Size para kazandıran şeyler (Meslek)

Kitap, ikigai’nizi keşfetmenin, sadece tatmin edici bir kariyere değil; aynı zamanda dengeli, anlamlı ve sağlıklı bir yaşama da kapı aralayacağını savunur. Aynı zamanda “Hara Hachi Bu” gibi yaşam ilkeleri – örneğin %80 doyumla sofradan kalkma alışkanlığı – ile fiziksel sağlığın korunması arasında doğrudan bağ kurar.

Kitabın önemli bir bölümü ise “akış” (flow) haliyle ilgilidir. İnsan, anlamlı ve sevdiği bir işe tamamen odaklandığında zamanın nasıl geçtiğini unutabilir. Bu durum, bireyin içsel motivasyonunun ve ikigaisinin bir işareti olarak görülür.

Garcia ve Miralles, yaşlanmanın zihinsel ve fiziksel etkilerini yavaşlatmanın, bireyin anlam arayışı ve toplumla bağ kurma kapasitesiyle yakından ilişkili olduğunu vurgularlar. Kitap boyunca bireysel yaşam kalitesi ile koçlukta da çokça referans verilen değerler arasında birçok paralellik kurulabilir.

Sonuç olarak, İkigai sadece bir Japon felsefesi değil, aynı zamanda daha uzun, daha sağlıklı ve daha anlamlı bir yaşam için bir davettir. Koçlar için ise danışanın yaşam amacına ulaşmasına eşlik etmekte oldukça değerli bir referans kaynağıdır.

4. Katılımcılarımızın Kitap Hakkındaki Değerlendirmeleri:

Moderatör İlker Aksoy tarafından yönetilen değerlendirme safhası “Farklıyız, özgünüz, özeliz, biz böyle güzeliz.” mottomuzla başlatıldı. Bu bölümde sırası ile; 

a. Meltem:

 “Bu kitabı bir süre önce okumuştum ama tekrar okuduğumda çok daha farklı bir gözle değerlendirdiğimi fark ettim. Gerçi her kitapta böyle bir durum oluyor ama beni en çok etkileyen bölümlerden biri “aktif kalın, emekli olmayın” kısmıydı. Çünkü bizim toplumumuzda hep şu anlayış vardır: “Yıllarca çalış, sonra emekli ol ve dinlen.” Ama kitapta karşıma çıkan bu ifade adeta tokat gibi geldi: Emekli olmayın. Kitaptaki 10 kural bana oldukça ilginç geldi. Özellikle yoğun tempoda çalışan birinin emekliliğini gençken anlayamazdım. “Ne güzel işte, artık rahata erdi,” derdim. Ama şimdi fark ediyorum ki çok yoğun tempoda çalışan insanlar emekli olduklarında bir anda bir boşluk yaşıyorlar, verimlilikleri düşüyor, kendilerini ve hayatı sorgulamaya başlıyorlar. Bu yüzden “Hayat amacınızı bulun ve onun peşinden gidin” kuralının en başta yer alması beni gerçekten çok etkiledi. Bu amaç, yıllar boyunca yapamadığınız bir şey de olabilir; belki de hep içinizde taşıdığınız bir B planını hayata geçirmek de olabilir. Bu 10 kuralın, sadece okunup geçilecek değil; gerçekten içselleştirilmesi gereken, yaşamdan zevk almak için hayatımıza dâhil etmemiz gereken ilkeler olduğunu düşünüyorum. Bir yandan “hayatı ağırdan alın” derken, diğer yandan “hareket edin, az yiyin, gülümseyin, takdir edin” gibi önerilerle hayatınıza küçük dokunuşlar katıyorsunuz ve bu da size dünyaya bambaşka bir pencereden bakma fırsatı sunuyor. Ben bunu fark ettim. IKIGAI beni bu anlamda çok etkiledi. Hayata artık daha olumlu bir pencereden bakabiliyorum. Gerçi pozitif bir insanımdır ama bu kitap bakış açımı daha da derinleştirdi. Çok beğendiğim bir kitaptı. Tekrar okumama vesile olduğunuz için teşekkür ederim.” dedi.

b. Feza Eroğlu:

Bu kitap beni gerçekten çok etkiledi. Hatta başucu kitabım yapacağım dediklerimden biri oldu. O kadar güzel mesajlar içeriyor ki… Örneğin “Shinkansen etkisi”nden bahsediyor; yani bazen sınırlarımızı zorlamak, kendimizi aşmak… Böylece neleri başarabileceğimizi görmek ve farkına varmak çok kıymetli.

Az önce değerli meslektaşımın da değindiği gibi, sabır konusu da çok önemli. Sabırlı olmak, bazen üzerine çok gitmemek… Zaten kitabın adı bile çok şey söylüyor: IKIGAI — yani sabahları sizi yataktan kaldıran şey, bir tutku. Kendime dair de çok çıkarımda bulundum. Dedim ki: “Evet, koçluk benim ikigaim.” Koçluk benim için çok değerli.

Kitabın sadece kısa bir bölümü kaldı ama şöyle düşündüm: Sırf bu akşam toplantı var diye hızlıca bitirmek istemiyorum. Çünkü bu kitap sindire sindire okunması gereken bir kitap. Çok beğendim ve okuduğum için çok mutluyum. Çıkarımlarım da çok fazla oldu.

Hayata zaten pozitif bakan bir insanım ama bugün bu kitapla birlikte içimde yeni bir şey uyandı. Koçlukla ilgili birçok projem var ve bugün biraz kendimi zorladığımı fark ettim. Kitabın da etkisiyle dün akşam epeyce okudum ve kendi kendime dedim ki: “Bugün ruhuma iyi gelecek bir şey yapacağım.” Şu an Urla’dayım; dışarıda güller var, önümde deniz… Dedim ki: “Bugün bahçede geçecek.” Gerçekten öyle oldu. Biber fidelerinin yerini değiştirdim, saksılarla uğraştım.

Normalde koçlukla zaman geçirmediğimde kendimi kötü hissederim. Ama bugün öyle hissetmedim. Çünkü günümü güzel değerlendirdim. Koçluğun yeri ayrı, akşamki toplantı da önemli ama gündüzüm de ruhuma iyi geldi. Bu kitap sayesinde oldu diyebilirim.

Sadece bitirmiş olmak değil, sık sık dönüp bakmak, yeniden okumak istiyorum. Paylaşımlarıma ilham vermeye devam edecek bir kitap olacak. Bu yüzden çok teşekkür ediyorum.” dedi.

c. Sevgi Çorumlu:

Merhaba herkese. Ben de çok kısa bir katkı yapmak istiyorum. Diğer iki arkadaşımın da söylediği gibi, bu kitabı ben de çok beğendim. İlk kez okuduğum bir kitaptı. Okurken aklıma Atatürk’ün şu sözü geldi: “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.” Gerçekten de sağlıklı bir zihnin, yaşlanma sürecini nasıl yavaşlattığını bir kez daha fark ettim. Hem zihinsel hem de bedensel sağlığın önemini çok güçlü şekilde hissettiren bir kitap oldu. Yine Mevlânâ’nın “İki günü aynı olan ziyandadır” sözünü hatırladım. Aslında kitabı okurken kendi ikigaimi bulduğumu fark ettim. Resmi olarak emekliyim ama emekli olmadan hâlâ çalışmaya devam ediyorum. Zaten benim yıllardır kullandığım bir slogan vardır: “Ayakta kal, hayatta kal.” Bu kitabı okurken bu sözümün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha gördüm. Çok sevdiğim birkaç cümle oldu kitapta. Özellikle şu cümle beni çok etkiledi: “Yaşamak için nedeni olan herkes, her türlü nasıla katlanır.” Bu söz, sabah bir amaçla uyanmanın değerini, insanın anlam arayışını çok güçlü bir şekilde yansıtıyor. Bu noktada Viktor Frankl’in yaşadıklarını, onun “İnsanın Anlam Arayışı” kitabındaki hikâyelerini de hatırladım. Genel olarak kitapta sağlık, zihin, yardımlaşma, iyilik ve anlam dolu bir bakış açısı var. Bütün bu unsurlar, kitabı benim için çok değerli kıldı. Çok beğendim, çok güzeldi. Teşekkür ederim.” dedi.

d. Mustafa Güler:

“Kitap beni gerçekten çok etkiledi, adeta içine çekti. Özellikle beş mavi kuşak bölgesinde yaşayan insanların yaşam tarzlarından bahsedilen bölümlerde, aklıma hemen babaannem geldi. Babaannem şu an 90 yaşında ve kitabı bu örneklerle kıyasladığımda, onun yaşam biçiminin birçok yönden benzerlik gösterdiğini fark ettim. Örneğin beslenme konusunda çok sade ve az yer. Kendi işini hâlâ kendisi görür — bu da bence onun yaşına göre bir tür egzersiz sayılabilir. Hayat amacı olduğuna da inanıyorum; kendi inancı doğrultusunda yaşamaya devam ediyor. Sosyal ilişkileri de oldukça güçlü; geniş bir ailesi var. Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 34 torun ve torun çocuğu var. Kitabı hiç okumamış olsa da, onun aslında kitapta bahsedilen pek çok prensibi yaşayarak uyguladığını gördüm. Bu farkındalık beni çok etkiledi. Bir diğer dikkatimi çeken bölüm ise multitasking (çoklu görev) ile ilgiliydi — özellikle sayfa 65’te bu konu işleniyordu. Çoklu görev yapmanın sanıldığı kadar verimli olmadığı, aksine bir işe odaklanmak için iki temel şeye ihtiyaç duyduğumuz söyleniyor: Dikkat dağıtan ortamdan uzaklaşmak ve yaptığımız işi sürekli kontrol etmek. Kendi yaşamıma baktığımda, bunun ne kadar doğru olduğunu fark ettim. Bugün bile aynı anda birçok şeye odaklanmaya çalıştığımda verim alamadım. Bu nedenle bu alışkanlığı değiştirmeye çalışıyorum; aynı anda sadece tek bir işe odaklanmayı öğrenmeye çalışıyorum. Bu bölüm beni gerçekten düşündürdü. Ayrıca, IKIGAI’si olan insanları düşünmeye başladım. Aklıma ilk gelenler Oktay Sinanoğlu oldu — bilime ve Türkçeye adanmış bir hayat. Sonra Denizli Valisi Recep Yazıcıoğlu; liyakat konusundaki duruşuyla tanınan biri. Barış Manço geldi aklıma; müzik, tarih, sevgi ve saygı… Çocukluğumuzdan itibaren bize çok şey kattı. Ve tabii ki Atatürk — bence en büyük IKIGAI’si olan insanlardan biri.” dedi.

e. Özkan Karagöz:

“Merhaba. Kitap gerçekten çok güzeldi ve oldukça etkileyiciydi. Yakın zamanda izlediğim bir Japon filmiyle de örtüştü okuduklarım. Filmin adı Perfect Days — Alman-Japon ortak yapımı bir film. Japonya’da çalışan bir temizlik görevlisinin hikâyesini anlatıyor. Sabahın çok erken saatlerinde kalkıyor, arabasına binip işine gidiyor ve gün boyu tuvaletleri temizliyor. Ama tüm bunları yaparken hayattan inanılmaz bir zevk alıyor. Film, aslında o adamın bir yaşam amacı olduğunu — yani bir ikigaisi olduğunu — izleyiciye hissettiriyor. İzleyenler muhtemelen ilk başta şaşırıyordur: “Nasıl olur da bir tuvalet temizleyen biri bu kadar mutlu olabilir?” diye… Ama film şunu çok güzel anlatıyordu: İnsan isterse, hangi işi yaparsa yapsın, ondan keyif alabilir; hayattan tat alabilir. Bu kitabı okuduktan sonra filmdeki o fikir çok daha fazla pekişti. Gerçekten de kitap bize şunu söylüyor: Yaptığımız iş ne olursa olsun, hayattan keyif almayı, mutluluk yaratmayı ve yaşam amacımızı gerçekleştirmeyi öğrenebiliriz. Bir yandan da şu farkındalık oluştu bende: Biz insanlar olarak değerlerimizden ne kadar uzaklaşmışız… Doğadan, akrabalarımızdan, arkadaşlarımızdan, sosyal çevremizden… Kitap sanki bunları tekrar hatırlattı. Mutlu olmak için insana, doğaya, hayvana daha çok yaklaşmamız; onlarla daha fazla vakit geçirmemiz gerektiğini vurguluyor. Ve bu da insanoğlunun kurtuluş yollarından biri olabilir, diyor. Tüm bunlar gerçekten çarpıcı bir etki yaratıyor. İçsel bir uyanış yaşıyor insan. Koçluk yaparken de bu tür bilgiler bizim için çok kıymetli. Hem kendi yaşamımızda hem de koçluk yaptığımız kişilere destek olurken bu farkındalıklar bize çok şey katıyor.” dedi.

 f. Meryem:

“Ben de kitabı okurken birçok bölümde ilham aldım. Hayatıma dönüp baktım, neleri yapmam gerektiğini düşündüm. Zaten yapmakta olduğum şeylerde de, “Evet, bu motivasyonla devam etmeliyim” dediğim yerler oldu. Altını çizdiğim çok yer vardı. Ama beni en çok etkileyen kısım, kitabın sonunda geçen “ağırdan almak” bölümüydü. Herkesin ihtiyacı olan yer, kendi algısına göre değişir ya — bu kısım benim ihtiyacım olan bölümdü sanırım. Özellikle son zamanlarda kendi içimde de üzerine çalıştığım bir şeydi bu: Ağırdan almak, daha yavaş ilerlemek…Kitapta geçen şu cümle beni derinden etkiledi:

“Aceleci olmak yaşam kalitesiyle ters orantılıdır. Yavaş yürüyün, çok ilerleyin. Telaşı arkanızda bıraktığınızda yaşam ve zaman yeni bir anlam kazanır.” Bu söz gerçekten bana çok dokundu. Çünkü bazen kendi adıma hız canavarına kapıldığımı düşünüyorum. “Birçok şeyi yapmalıyım, birçok şeyin üstesinden gelmeliyim,” derken aslında birçok şeyi yaparken kaliteden ödün verdiğimi fark ettim. Bu kitabın bana bu farkındalığı kazandırması çok değerliydi. Uzun zamandır kitaplığımda duruyordu, okunmayı bekliyordu. Bu vesileyle okumuş oldum. Bu fırsatı sunduğunuz için teşekkür ederim.” dedi.

g. Esme Altuncevahir:

“İyi akşamlar herkese. Açıkçası ben de “ağırdan almak” fikrine biraz değinmek istiyorum. Bu kavramı duyunca aklıma bir anım geldi. 2018 yılında dil öğrenmek için Viyana’ya gitmiştim, altı aylık bir seyahatti. Ondan öncesinde, ajans kökenli biri olarak İstanbul’un klasik koşuşturmacasında yaşıyordum: gece-gündüz çalışmak, sürekli bir tempoya ayak uydurmak…

Bir gün, Almanca sınıfında hocam bana dönüp şöyle dedi: “Esme, biraz yavaşla.” O an duraksadım ve çevreme bakmaya başladım. Gerçekten herkesin çok daha yavaş hareket ettiğini fark ettim. Kurulmuş bir sistem, bir yaşam kalitesi ve belli bir eğitim düzeyi vardı. Ve herkes bu ritme uygun yaşıyordu.Bu nedenle kitapta geçen birçok şey — beslenme alışkanlıklarını değiştirmek, düşünce biçimini dönüştürmek, sağlıklı yaşam önerileri — artık birçok yerde öğretiliyor, eğitimlerde anlatılıyor. Ancak ben şuna inanıyorum: Bunların hepsi kişiye özgü. İnsan nerede yaşıyorsa, nasıl bir ortamda bulunuyorsa, o ortam hem yaşam biçimini hem de hayata bakışını şekillendiriyor. Ve aynı zamanda insanın kendi özünü, kendi yaşam amacını keşfetmesi için de farklı bir alan yaratıyor. Kitapta özellikle Mori Yata terapisti dikkatimi çekti. Terapi odaklı tekniklere hep ilgi duymuşumdur. Koçlukta da zaman zaman bu yaklaşımlardan faydalanıyorum. Burada bahsedilen “duygu-deneyim-duygu döngüsü” beni etkiledi. Yani; yaşadığımız hayat bize özgü, ama bu hayatı yaşarken duygularımızı kabul etmek, anlamak, onlardan düşünceler üretmek; deneyimlerimizden kendimizi tanımak; sonra da bu deneyimlerden öğrendiklerimizi yeniden duygu ve düşünceye dönüştürüp bir yaratıma çevirmek… Bu döngü, yaratıcılığı devreye sokuyor. İnsan, yaratıcılığını kullanabildiği ölçüde özüne ulaşabiliyor. O yüzden kitapta anlatılanların ruh, beden ve zihinle çok bağlantılı ve bütünsel olduğunu düşünüyorum.

– Ruh, kişinin kendi varlığını ve özünü keşfetmesi…

– Zihin, duygu ve düşüncelerin farkında olunması…

– Beden ise hem ihtiyaçların karşılanması hem de ruh ve zihnin uyum içinde akabilmesi için sağlıklı olması gereken temel sistem… Bu bütünsel dengeyi yaşamımda da görüyorum. Yavaşlamak, sosyalleşmek, insanlara yardım etmek, yeniden okumak ve öğrenmek, sonra tekrar yavaşlamak… Bazen de inzivaya çekilip kendine bakmak… Bu döngüler beni çok etkiliyor ve kendimi bu yapı içinde tanımlıyorum.” dedi.

h. Esra:

“Ben bu akşam paylaşacaklarımı çok uzatmamak adına bazı ufak notlar aldım. Öncelikle, kitapta bahsedilen “görevin ve hedefin net olması” konusu beni en çok etkileyen başlıklardan biri oldu. Bu, çalışma hayatımda da hep zihnimi kurcalayan bir meseledir. Hangi işi yapacağız, neye öncelik vereceğiz, bu ay önümüzde ne var? Bunların net olması benim için çok önemli. Hatta zaman zaman yöneticilerimden en büyük beklentim bu olmuştur: “Biri şu tahtaya yazsa mı, biri bize bir e-posta atsın da başlıklar halinde ne yapacağımızı görelim.” Kitapta bu konuya da yer verilmesi beni çok mutlu etti. Gerçekten bu kitap bir “başucu kitabı” olmalı. Öyle bir kez okunup rafa kaldırılacak türden değil. Özellikle koçluk yapan bizler için; dönüp dönüp yeniden bakılması gereken, farklı zamanlarda farklı katmanları fark ettirecek bir kitap.

İkinci olarak, kitapta pazar buhranı kavramının açıklanışı beni çok etkiledi. Açıkçası ben bugüne kadar pazar buhranını “Yarın yine işe başlayacağız, tatil bitiyor” hüznü olarak yorumlardım. Ama kitapta anlatılan o gerçek sebep bambaşkaydı: Hafta boyunca bize iş yerinde ne yapmamız gerektiği çok net bir şekilde söyleniyor. Bir yöneticimiz, patronumuz bir şey istiyor, biz de yapıyoruz. O yüzden düşünmeye gerek kalmıyor. Fakat hafta sonu o netlik yok. Hedefsizlikle karşı karşıyayız. İşte o boşluk, o amaçsızlık pazar buhranının gerçek sebebiymiş. Bu açıklama beni çok etkiledi ve düşündürdü. Kitabı okurken ilk sayfadan son sayfaya kadar zihnimde hep aynı düşünce döndü durdu: Aslında kitapta anlatılanlar bize yabancı değil. Hatta artık neredeyse her yerde duyduğumuz şeyler: sade yaşam, sağlıklı beslenme, nefes almak, sigarayı bırakmak, alkolü azaltmak, iyi uyumak… Bunlar sayısız kitapta, videoda, içerikte tekrar tekrar anlatılıyor. Yani, “mutluluğun formülü” aslında açık. Ama mesele şu: Biliyoruz, ama yapmıyoruz. Ben bunu biraz da “zorlama” ile ilişkilendirdim. Bir kitap okuyoruz, çok motive oluyoruz, enerjimiz yükseliyor ve hemen bir role giriyoruz. Ama içselleştirmiyoruz. Sünger gibi içimize çekmek yerine, sanki bir an önce hayatımız değişsin istiyoruz. “Ben bir kitap okudum, hayatım değişti.” Ama değişmez… Eğer o kitabı okumuş biri olarak ertesi gün hayata hâlâ aynı yerden bakıyorsak, o kitap bizi dönüştürmemiştir.

Koçlukla da çok bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

“Ben bu kitabı okudum, artık koç olacağım.”

Böyle bir yüzeysellik yerine, şunu sormalıyız:

Bu kitabı okumuş biri olarak, yarın güne nasıl başlayacağım? Biz genellikle bu soruyu sormuyoruz. Kendimizi hemen başka kalıplara sokmaya çalışıyoruz. Acele ediyoruz. Kendimizi tanımlamakta, IKIGAI’mizi bulmakta bile aceleciyiz. Bu hız hali, bizi aslında içimizden uzaklaştırıyor.” dedi.

i. Dilek Karademir:

Arkadaşların söylediklerine %100 katılıyorum; o yüzden tekrara düşmemek adına kendi notlarımdan daha az bahsedilen noktalara değinmek istedim. Bu kitabı daha önce okumuştum ve hâlâ zaman zaman açıp tekrar tekrar bakıyorum. Hatta kitapla ilgili bir webinar da yaptım. Koçluk sürecinde bir araç olarak da kullanıyorum. Birazdan onu da anlatacağım. Kitabı tekrar elime alıp altını çizdiğim yerlere göz attım. Özellikle Okinawa’dan bahsedilen bölüm beni çok etkilemişti. Her 100.000 kişiden 24.000’inin 100 yaşın üzerinde olması gerçekten inanılmaz. “Vay be!” dedim. “Ne güzel bir şey bu, acaba biz de o yaşlara ulaşabilecek miyiz?” diye düşündüm. Ve şu cümle: “Ne yaparsanız yapın, emekli olmayın.” Dayanamayıp tekrar ediyorum; bence kitabın en güçlü cümlelerinden biri. Japonca’da “emeklilik” kelimesinin olmaması da ayrıca dikkatimi çekmişti. Kendi webinarımda da özellikle bu noktaya yer vermiştim. Bu çok çarpıcı bir detay: Bir toplumda emeklilik kavramının dilde bile yer bulmaması…

Yine kitapta geçen “yaşlanırken geç kalma sanatı” ve %80 kuralı da çok etkileyiciydi. Koçlukta sıklıkla kullandığımız bir yaklaşım bu. Altını çizip kendime not almıştım. “Çok oturmak yaşlandırır.” — bu cümleyi de hemen işaretlemişim. Hareket etmek, az da olsa sürekli hareket hâlinde olmak… Ayrıca kitapta logo terapiye (Viktor Frankl) ve akış kuramına da atıf yapılıyor. Sayfa 59’da geçen “akışı yakalamanın 7 koşulu” bölümü çok kıymetli. Ben bu adımları koçluk sürecinde aktif olarak kullanıyorum.

“Bedenini ve zihnini meşgul edersen, uzun süre buralarda olursun.”

Bu da benim için bir motto gibi oldu.

Anı yaşa, şimdi ve burada ol. Çünkü her şey geçici. Kitabı bir koçluk aracı olarak nasıl kullandığıma da kısaca değinmek istiyorum: Arka kapakta yer alan “IKIGAI çemberi”ni — yani dört alanı — temel alıyorum. Genellikle internetten aldığım sade bir görsel eşliğinde çalışıyoruz:

Neyi seviyorsun?

Neyde iyisin?

Dünyanın neye ihtiyacı var?

Sana ne için para ödeniyor? Bu kavramlar üzerinden; tutku, misyon, meslek, uğraş tanımlarını birlikte yapıyoruz. Ardından “Bütün bunlara baktığında senin IKIGAI cümlen ne olurdu?” diye soruyorum. Tabii bu cümle her zaman hemen ortaya çıkmayabiliyor. O yüzden katılımcılara da şunu söylüyorum: “Rahat olun, bu derin bir konu. Cevaplar zamanla şekillenir.” Ama kişi o sorulara yanıt verdikçe, kendini duydukça, bir cümle kurabiliyor. “Yanlış ya da doğru” değil; içinden geldiği gibi ifade etmesi yeterli. Ve o cümleyle seansı bitirmek gerçekten çok anlamlı oluyor. Pek çok kişiyle denedim; arkadaşlara da öneririm, çok etkili bir araç. Kitap gerçekten çok akıcı ve her okunuşta insana yeni şeyler sunan bir yapıya sahip. Bence her koçun okuması gereken, başucu kitaplarından biri. Danışanlarım bana kitap önerisi sorduklarında, “Hocam sizin başucunuzda ne var?” dediklerinde, ben de her zaman “IKIGAI okudun mu?” diye sorarım. Çünkü bu kitap gerçekten anlam arayışında insanlara alan açıyor, rehberlik ediyor. Çok teşekkür ederim.” dedi.

j. Seda Şen:

“Dilek Hanım’ın az önce paylaştığı görselden yola çıkarak ben de benzer bir uygulama yapıyorum. Bu nedenle özellikle hedefini belirlemek isteyen, koçlukta yönünü bulmaya çalışan ya da kariyer hedeflerini netleştirmek isteyen kişilerle çalışırken bu diyagramı çok etkili bir şekilde kullanabiliyorum. Gerçekten çok işlevsel bir araç. Bir de Esme’nin söylediklerine yürekten katılıyorum. Bazı arkadaşlar biliyordur; ben son iki buçuk yıldır Hollanda’da yaşıyorum. Burada yaşamaya başladığımda, sistemin ne kadar fark yarattığını çok net şekilde deneyimledim. Çevresel faktörler, eğitim sistemi, çocuk yetiştirme anlayışı gibi unsurlar insanın yaşam kalitesini doğrudan etkiliyor. Bunların bu kadar güçlü bir etkisi olabileceğini Hollanda’ya gelmeden önce tam anlamıyla kavrayamamıştım. Burada insanlar genel olarak çok sakin, acele etmiyorlar. Dışarıda yürürken bile bir “kendine şefkatli ol” enerjisi yayılıyor sanki. Ama ben Türkiye’den alıştığım hızla hâlâ “Zaman çok hızlı geçiyor, daha çok yolum var, daha fazlasını yapmalıyım!” gibi bir zihinsel tempo içindeyim. Oysa insanlar burada gerçekten yavaş ve dingin bir şekilde yaşıyorlar. Biraz daha sistemin nasıl işlediğini kavradıkça neden böyle olduklarını anladım: Her şey birbirine çok yakın. İstanbul’da yaşamış, her gün üç saatini trafikte geçirmiş biri olarak bunu çok net fark ettim. Burada insanlar çocuklarını okula kendileri bırakabiliyor, aile zamanını gerçekten yaşayabiliyorlar. Eğitim sistemi ise bireylerin kendi yetkinliklerine, mizacına göre bir yön çizmelerine imkân tanıyor. Telaş yok, acele yok. Sınav sistemine sıkıştırılmış, “en yükseğe ulaş!” baskısıyla yürüyen bir yapı yok. Her şey daha doğal bir şekilde ilerliyor. Bu farklılıklar bana şunu düşündürdü: Bizim yaşadığımız o koşturma ve telaşı sadece bireysel düzeyde değerlendirmemeliyiz. Bu, büyük ölçüde içinde yaşadığımız sistemin sonucu. Bu demek değil ki hiçbir şey elimizde değil, hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Elbette bireysel olarak yapabileceğimiz şeyler var. Ancak sistemsel düzeyde bir farkın, ne kadar büyük bir değişim yaratabileceğini çok somut olarak gördüm. Örneğin, burada bir anne süpermarkette çocuğuna bir raftan ürün almayı ve kendi kendine ödeme yapmayı öğretmek için ciddi bir zaman ayırabiliyor. Bu bir “lüks” değil; sistem bunu mümkün kılıyor. Ve o çocuk da büyüdüğünde daha yavaş, kendine zaman ayırabilen, hayatta bir şeyleri kendi başına yapabilen bir birey hâline geliyor. Ekran karşısında saatler geçiren değil, hayatın içinde aktif olan çocuklar görüyorum burada. Bu farklar beni çok etkiledi. O yüzden kitapta Japonya’daki yaşam tarzına yapılan vurgular da çok anlamlı geldi. Oradaki yaşam şeklinin de, insanların uzun ömürlü ve tatmin edici bir hayat sürmesinde ne kadar etkili olduğunu bir kez daha fark ettim. Bunu da özellikle paylaşmak istedim.” dedi.

k. Elif Tuğrul:

“Merhaba. Kitap gerçekten çok akıcıydı. Daha önce kulüp olarak okuduğumuz Akış, Mutluluk ve Atomik Alışkanlıklar kitaplarıyla birçok ortak noktası vardı. Az önce bir arkadaşım da söylemişti; aslında yıllardır duyduğumuz şeylerin tekrarlarını burada görmek, onların doğruluğunu daha iyi kavramamıza ve uygulamaya geçirmemize katkı sağlıyor. Benim dikkatimi çeken kavramlardan biri antikırılganlık oldu. Daha önce bir şirkette katıldığım bir webinarda şöyle bir soru sorulmuştu:

“Güçlülüğün tersi nedir? — Zayıf.

Sertliğin tersi nedir? — Yumuşak.

Peki kırılganlığın tersi nedir?” O an net bir yanıt bulamamıştık. İşte burada antikırılganlık kavramı devreye giriyor. Zorluk yaşadığınız noktadan daha da güçlenerek çıkmak… Bir ip kopacakken oraya bir düğüm atarsınız ya, o düğüm artık ipin en güçlü yeri olur. Bu metafor beni çok etkiledi. Zorlukların sadece kaçınılacak şeyler değil, dönüştürücü ve geliştirici alanlar olduğunu hatırlattı. Koçluk açısından da bu çok kıymetli: Danışanlarımızın kırılganlıklarını nasıl yönettiği, nasıl dönüştürdüğü, o kırılganlıklarla nasıl güç kazandığı… Bir diğer önemli kavram Wabi-Sabiydi. Genelde böyle felsefi terimlere mesafeli olabilirim ama bu çok ilgimi çekti. Hayat mükemmel değil. Zaten artık çoğumuz mükemmelliğin dışındaki alanlara daha çok bakıyoruz. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada çok üzücü bir olay yaşandı ve o bağlamda da düşündüm: Sosyal medya, normlar, beklentiler hep mükemmelliği pompalıyor. Oysa gerçek hayat böyle değil. Kitapta da söylendiği gibi, eksikliklerimizle ve kusurlarımızla kendi yolumuzu çizebiliriz. Bu da koçlukta kişinin kendine şefkatle bakabilmesi açısından çok değerli bir alan. Sayfa 159’da çok çarpıcı bir cümle vardı:“Kontrolünün ötesindeki şeyler için endişelenmek hiçbir şey kazandırmaz.” Bu bize şunu söylüyor: Değiştirebileceğimiz şeylerin üzerine gidelim; değiştiremeyeceklerimizi ise kabul edelim. Bu, koçlukta sıklıkla kullandığımız ilgi alanı – etki alanı ayrımına çok benziyor. İçsel mi dışsal mı, bunun için elimden bir şey geliyor mu? Bence koçlukta harika kullanılabilecek bir çerçeve. Bir başka çarpıcı ifade de şuydu:

“Konu sana ne olduğu değil, senin buna nasıl tepki verdiğindir.” Bunu da “satın aldım” açıkçası. Çünkü yaşanan olaylar değil, bizim onlara verdiğimiz tepkiler hayatımızı şekillendiriyor. Bununla birlikte, kitapta katılmadığım tek bir cümle de oldu. Sayfa 158’de geçen “olumsuz imgeleme tekniği” ile ilgili bir bölüm vardı. Orada deniyor ki: “Olumsuz olaylar üzerine kaygılanmadan düşün.” Ben buna pek katılamadım. Çünkü bilinçaltı, düşündüğümüz şeyi gerçekleştirmeye meyillidir. Beynimiz, düşünceyi gerçek sanır ve harekete geçer. Olumsuzluklara hazır olmak elbette önemli, biz de koçlukta bunu sorarız: “Engeller neler olabilir?” Ama bu teknik, özellikle bilinçaltının nasıl çalıştığı konusunda bilgisi olmayan kişiler için yanlış anlaşılabilir. O bölümü biraz riskli buldum. Son olarak, çok beğendiğim ve koçlukta da kullanılabileceğini düşündüğüm üç soruyu paylaşmak istiyorum:

X kişisinden ne aldın?

X kişisine ne verdin?

Onunla hangi sorunları yaşadın? Bu sorular, kişinin kurban rolünden çıkmasına yardımcı olabilir. Dışsal faktörleri suçlamak yerine, “Benim buradaki sorumluluğum ne?” diye sormasını sağlar. Kişisel farkındalık ve sorumluluk alma açısından çok güçlü bir yaklaşım. Benim ana başlıklarım bunlardı. Çok teşekkür ederim.” dedi.

l. Özgün:

“Ben de IKIGAI kitabıyla ilgili söylenen her şeye tamamen katılıyorum. Kitabı okurken özellikle dikkatimi çeken ve beni derinden etkileyen bir bölümü paylaşmak istedim: logo terapi. Kitapta Viktor Frankl’in “İnsanın Anlam Arayışı” kitabına yapılan atıf beni çok etkiledi. Çünkü bu kitap, benim yüksek lisans tezimde ele aldığım temel problemin çözümünü bulmamı sağlamıştı. Burada da olduğu gibi, aslında hep “anlam”dan bahsediyoruz. Viktor Frankl bir psikiyatrist ve Nazi kampına kapatıldığında yaşadıklarını bir anı gibi anlatıyor bu kitapta. Bu yönüyle hem tarihsel hem de psikolojik derinliği olan bir eser. En çarpıcı bölümlerden biri şuydu: Kampta insanlar, yaşadıkları şiddet ve eziyete dayanamayıp çevresini saran elektrikli tellere doğru koşarak intihar ediyorlardı. Ama bazı insanlar vardı ki, sevdiklerinin gözlerinin önünde öldürülmesine, hayatta tek başlarına kalmış olmalarına, açlığa, çıplaklığa, işkenceye rağmen yaşamayı seçiyorlardı.

Frankl işte tam da bu noktada soruyor: “İnsanın bütün değerlerinin elinden alındığı, onur kırıcı davranışlara maruz kaldığı bir ortamda, bazı insanlar yaşamaya devam etmeyi nasıl seçebiliyor?” Ve logo terapiyi bu sorunun üzerine kuruyor. Koçlukta da anlam kavramı üzerinde ne kadar durduğumuzu hepimiz biliyoruz. Frankl’in şu cümlesi benim zihnimde çok net yer etti ve IKIGAI’yi okurken de hep bu cümle arka planda yankılandı: “İnsanın elinden her şey alınabilir. Ama bir şey hariç: Her durumda kendi tutumunu seçme özgürlüğü.” Bu yaklaşım, koçlukta bireyin kendi içsel kaynaklarını fark etmesi, seçimlerinin sorumluluğunu alması ve yaşamına anlam katması açısından çok değerli. IKIGAI kitabı, sevdiklerimizle vakit geçirmek, stresten uzak durmak gibi yaşamı anlamlı kılan öğelere odaklanırken, Frankl’in anlattıkları bana şunu düşündürdü: “Böylesine yıkıcı bir ortamda bile anlam bulabilmek mümkünse, sıradan hayatlarımızda biz neden bu anlamı aramaktan vazgeçelim?”

Her iki kitap da bana, yaşamda anlam arayışının ne kadar temel ve dönüştürücü olduğunu tekrar hatırlattı. Ben de bunları paylaşmak istedim.” dedi.

m. Şenol Kaptan:

“Ben de IKIGAI kitabıyla ilgili söylenenlere tümüyle katılıyorum. Fakat bir noktayı özellikle vurgulamak istiyorum: Bazı kavramları koçlar olarak tekrar tekrar sorgulamalıyız. Çünkü içinde yaşadığımız habitatın gerçekleri ile kitapta anlatılan değerler arasında ciddi farklar var. Örneğin “başarı” kavramı…

Biz eğitmenler olarak başarıyı nasıl anlatıyoruz? Koçlukta başarı üzerine nasıl çalışıyoruz? Ve burada tarif edilen başarı kavramı hangi eksene oturtulmuş? Aynı şey “verimlilik”, “kazanç”, “zenginlik” ve “özgürlük” gibi kavramlar için de geçerli. Bu kavramları danışanlarımızla çalışırken, çocuklarımıza anlatırken, çevremize örnek olurken — ister koçlukla ister mentorlukla — biz bu kavramları nasıl tanımlıyoruz?

Bugün pek çok yerde daha iyisini, daha güzelini, daha fazlasını ve daha hızlısını ararken; bu kitap bize başka bir şey söylüyor:

Yavaşla. Düşün. Dur. Bak. Sorgula.

Koçluk alanında da temel yaklaşımımız genellikle “potansiyelden performansa” doğrudur. Yani bir yerden bir yere gitmek, bir gelişim hattı çizmektir. Ama burada çok kritik bir fark var: O “gidişi”, o “hızı” nasıl tarif ediyoruz? Eğer bu tarif net değilse, danışanlarımızı hızla büyük vakalara, büyük kayıplara taşıyacak bir zemini fark etmeden inşa ediyor olabiliriz. İşte bu nedenle IKIGAI kitabı, bazı kavramları yeniden tanımlamak ve netleştirmek açısından çok kıymetli. Ama şunu da unutmamalıyız: Hayatın içinde bir gerçeklik var. Çevremizden, sistemden, sosyal normlardan sürekli olarak bir şeyler empoze ediliyor. Bu öğretileri sadece kitap okuyarak mı içselleştireceğiz, yoksa yaşadığımız çevrenin dayattıklarıyla birlikte mi yön bulacağız? İşte asıl soru burada yatıyor.Bu noktada, koçun rolü üzerine de düşünmeliyiz:

Koç, danışanını sadece “iten” biri mi olmalı? Yoksa danışanını cesaretlendiren, geniş bakmasını sağlayan, adımlarına saygı duyan biri mi? Mentor ve eğitmen olarak sahnedeki duruşumuzu da sorgulamalıyız. Bu kitap bana en çok anne-baba rolü ve eğitmen rolü üzerinden çok şey söyledi. Ben bu öğretiyi içselleştirdiysem, bunu nasıl aktarıyorum? Nasıl taşıyorum? Bu tarafı bana ciddi bir mesaj verdi.

“Yaşam amacı” kavramı House of Human’ın Profesyonel Koçluk kitabında da önemli başlıklardan biridir. Değerler, vizyon ve yaşam amacı bizim koçluk sistematiğimizde temel taşlardandır. IKIGAI kitabı da bu anlayışı farklı bir perspektifle besliyor. Ancak bu öğretiyi taşıma biçimimizi de sürekli gözden geçirmemiz gerekiyor.Şimdi biri sorsa:

“Peki, bundan sonra ne yapacaksın?” Çok net söylüyorum:

Yetiştirdiğimiz koçların ve mentorların, danışanlarıyla olan etkileşimlerinde o ‘hız’ı ve o ‘itme’yi nasıl yönettiklerini mutlaka sorgulatacağım. Bunu onların çalışmalarına entegre etmelerini sağlayacak bir yapı kuracağım. Bu kitabı, bu sorgulama için aktif bir araç olarak kullanacağım. Burada bugün, 36 kişilik çok kıymetli bir grupla bir araya geldik. Entelektüel bir paylaşım için buradayız. Bu buluşmayı çok önemsiyorum. Bu kadro, aynı kadro — sık sık tekrarlıyoruz ve bu gerçekten çok özel bir şey. Bu grubun bir parçası olduğum için, aranızda bulunduğum için çok mutluyum. İyi ki varsınız, çok teşekkür ediyorum.” dedi.

5. Fihrist:

6. Bilgi Yarışması:

Toplantımızın finalinde herkesin katıldığı İKİGAİ ‘den hazırladığımız 12 soruluk bir bilgi yarışması düzenledik. Yarışmayı kazanan Esra Tuğçe Bıyık’a bir sonraki kitap kulübü toplantımızın kitabını hediye olarak gönderdik. Kendisini bir kez daha tebrik ederiz.

7. Bir sonraki toplantı duyurumuz:

Sıradaki toplantımızı 20 Ağustos 2025 Çarşamba günü saat 20.00-21.30 arasında gerçekleştireceğiz. Bu toplantımızda Daniel H. Pink’in DRIVE kitabını inceleyeceğiz.

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.

 

Bu gönderiyi paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir